29 Mayıs 2007 Salı

13 YaŞindakİ Kiz ÖĞrencİ Askere ÇaĞrildi!

Bir yıldır asker kaçağı

Kahramanmaraş'ta, ilköğretim okulu öğrencisi 13 yaşındaki kız çocuğu askere çağrıldı. 1 yıldır asker kaçağı olarak aranan Mutlu Yılmaz, "Memlekete faydam olacaksa askere giderim" dedi.

Annesi ile birlikte yaşayan ilköğretim okulu 8. sınıf öğrencisi Mutlu Yılmaz, askerlik şubesinde erkek olarak yazılması ve yaşının da 10 yaş büyük gösterilmesi nedeniyle yaklaşık 1 yıldır asker kaçağı olarak aranıyor. Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğü'ne giderek yanlışlığın düzeltilmesini isteyen Mutlu Yılmaz, 13 yaşında ve kız olduğunu ispatlamak için askerlik şubesi ile nüfus dairesi arasında mekik dokuyor. Mutlu Yılmaz, başından geçen trajikomik olayları şu şekilde anlattı:

"Geçen yıl okuldayken öğretmenim polislerin beni aradığını söyledi. Dışarı çıktığımda 2 polis bana asker kaçağı olduğumu söyledi. Kız olduğumu ve yaşımın küçük olduğunu söylememe rağmen beni askerlik şubesine götürdüler. Askerlik şubesine gittiğimizde kütüğe erkek olarak yazıldığımı ve yaşımın ise 10 yaş fazla yazıldığımı gördüm."

Annesi ile birlikte nüfus dairesine gittiklerini ifade eden Mutlu Yılmaz, tam 1 yıldır askerlik şubesi ile nüfus dairesi arasında mekik dokuduklarını söyledi. Okulda arkadaşlarının kendisine "küçük asker" lakabını taktıklarını dile getiren Yılmaz, ayda bir polislerin kendisini araması nedeniyle psikolojisinin bozulduğunu söyledi. Yılmaz, "Memlekete faydam olacaksa askere giderim. Ama ben hem çok küçüğüm hem de kızım. Yanlışlığın bir an önce düzeltilmesini istiyorum. Çünkü polisler artık dershaneye bile gelmeye başladı. Sınavlara hazırlanıyorum ama ben dershaneyi bırakmak zorunda kaldım" diye konuştu.

Mutlu Yılmaz'ın amcası İbrahim Yılmaz da 2 aydır askerlik şubesi ile nüfus dairesi arasında mekik dokuduklarını anlatarak, tüm uğraşlara rağmen bir çözüm bulamadıklarını belirtti.


Habertürk

begninizi okutun harbi ilginc

TIKLA
ilginc birsey denemenizi tavsiye ederim

Yıldızların ışıkları gece niçin kırpışıyor?

Yıldızların ışıkları gece niçin kırpışıyor?
Geceleri gökyüzünde gördüğümüz yıldızların birçoğu bizim güneşimizden de büyüktürler ama o kadar uzaktadırlar ki, ancak birer nokta olarak gözükürler. Gezegenlerin yıldızlardan farkları, güneş sistemimiz içinde bizimle beraber güneşin etrafında dönüyor olmalarıdır. Bu nedenle çok uzak olan yıldızlar gökyüzünde 'sabit' dururken, gezegenler sürekli yer değiştirirler. Bu gezegenler güneşe yakınlık sırası ile Merkür, Venüs, dünyamız, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüto'dur.
Güneş sistemimizde bile mesafeler o kadar büyüktür ki, dünyamıza 8 dakikada gelen güneş ışığı, Neptün'e ancak 4 saatte ulaşır. Zaten güneş sistemimizde bulunmalarına rağmen Neptün ve Plüto teleskop kullanmadan dünyamızdan görülemezler. Güneş Neptün'e o kadar uzaktır ki, bu gezegenden bakıldığında görünümü parlak bir yıldızdan farksızdır. Güneş ışıklarının dünyamıza gelmek için 8 dakikada aldığı bu yolu, saatte 1000 kilometre hızla giden modern bir jet uçağı ancak 17 yıl civarında gidebilirdi.
Güneş sistemimizin dışındaki mesafeler ise inanılmaz. Örneğin, Andromeda galaksisinin ışığı dünyaya 2.2 milyon yılda ulaşmaktadır. Yani biz bu galaksiyi bu kadar yıl evvelki hali ile görüyoruz. Şimdi ne yapıyorlar acaba?
Aysız berrak bir gecede gökyüzünde gözle görülebilen yıldız sayısı 7000'dir. Küçük bir teleskopla 25 milyon yıldız görülebilir. Ama örneğin ABD'deki Mount Palomar gözlem evindeki teleskopla tüm gökyüzü taranabilse 2 milyar yıldız görülebilir. Halbuki sadece Samanyolu galaksisinde 100 milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir.
Yıldızların göz kırpıyormuş gibi ışıklarının kırpışmasının sebebi, çok uzaktan geliyor olmaları ve atmosferimizdir. Yeryüzünde nispeten ılınan hava devamlı olarak yükselme meylin-dedir. Bu durum gece de devam eder. Yıldızların zayıf ışıkları bu yükselen hava dalgası içinde kırılırlar. Bazen gözümüze tam olarak ulaşamazlar, yani kesik kesik gelirler.
Bu evimizdeki sıcak radyatörün veya bir ateşin ya da yazın çok sıcak yolların üzerindeki yükselen havanın arkasındaki şekillerin görüntüsünü dalgalandırmasına benzer. Gerçi görülebilir gezegenlerden gelen ışıklar da yükselen hava dalgaları ile kırılır ama onların ışıkları daha güçlü olduklarından gözümüze ulaşmada kesinti olmaz ve göz kırpmazlar.

1999 depreminde garip olaylar

1999 Gölcük depreminden sonra ortalıkta bir sürü esrarengiz olaylar anlatılmakta.Ne kadar doğru bu söylenenler bilinmez ama hayret edilmeyecek türden de değil bu anlatılanlar...

OLAY-1 O gece bayanın birisi doğum için eşiyle beraber bir taksiyle hastahaneye gidiyorlarmış.Taksi tam Eyüp şehitliğinden geçerken doğum sancıları tutan bayan kafasını sağa sola çevirmeye başlamış.İşte tam bu sırada bayanın gözü şehitliğe ilişmiş.Bayan gördüğü manzara karşısında dona kalmış.Bütün şehitler kabirlerinden kalkmış elleri semada dua ediyorlarmış.

OLAY-2 Aynı saatlerde Eyüp Sultan Camisinin önünde taksicilik yapan bazı kişilerin anlattıklarıda insanı hayretler içerisinde bırakıyor.
-Taksinin içerisinde oturmuş müşteri bekliyordum.Gözüm birden Cami'nin duvarına ilişti.Duvarları nurdan varlıklar kaplamış tutuyorlardı.Mezarlıklarda yatanlar kalkmış hep beraber dua ediyorlardı.

OLAY-3 Enkazdan 4 gün donra çıkan bir çocuğa su ikram etmişler.Çocuk;
-Su ve yemek ihtiyacım yok.Yaşlı bir amca bana suda yemekte verdi.

OLAY-4 Denizden çok büyük bir ateş topu yükselmiş.

OLAY-5 O gece yıldızlar bir başkaymış.Çoğu insanın anlattığı - sanki elimi uzatsam yıldızları tutacak gibiydim.

Annesine kavuşmak için ölümü göze aldı...

Suriye'deki teyzesi tarafından büyütülen 28 yaşındaki Leyla Olgun, yasal yoldan Mardin'in Nusaybin İlçesi'ndeki annesinin yanına gelemeyince mayınlı araziden geçmeyi denedi.



Suriye'nin Kamışlı kentinde teyzesi Emine tarafından büyütülen
Leyla Olgun yaklaşık 7 yıldır göremediği Nusaybin'de oturan annesi Fatma Olgun'un yanına yerleşmek için yasal yoldan Türkiye'ye giriş yapamayınca, mayınlı sahadan geçmeye karar verdi.

Akşam saatlerinde Nusaybin'den 5 kilometre uzaklıktaki mayınlı
sahaya giren Leyla Olgun, sahanın ortasındayken sınırda nöbet tutan Demirkurt Piyade Sınır Karakolu askerleri tarafından fark edildi.

Askerlerin havaya açtığı uyarı ateşi ve ''dur'' ihtarı sonucu
yerinde bekleyen Leyla Olgun, jandarma tarafından mayınlar arasından kurtarıldı.

İlk ifadesinde annesine kavuşmak için Türkiye'ye giriş yaptığını
bildiren Olgun, jandarma tarafından Nusaybin Emniyet Müdürlüğü'ne teslim edildi. Türk vatandaşı olduğunu ve annesinin yanında kalmak istediğini kaydeden Leyla Olgun, yediemin olarak annesi Fatma Olgun'a teslim edildi.

7 yıl aradan sonra Leyla Olgun ile annesi Fatma Olgun'un kavuşması sırasında duygulu anlar yaşandı. Anne ile kızı birbirlerine sarılırken gözyaşlarını tutamadılar.

-''TÜRKİYE'DE ANNEMİN YANINDA YAŞAMAK İSTİYORUM''

Leyla Olgun, AA muhabirine, Suriye'deki teyzesi tarafından
büyütüldüğünü, teyzesiyle aralarında bir sıkıntı yaşamadığını, ancak annesiyle yaşamak istediği için Türkiye'ye gelmeye karar verdiğini söyledi.

Bunun için Suriye'deki Halep Başkonsolosluğu'na başvuru yaptığını,ancak talebinin kimliği olmadığı için geri çevrildiğini bildiren Olgun, bu nedenle sınırdan kaçak yolla geçmeye karar verdiğini kaydetti.

Olgun, şunları anlattı:

''Suriye'de 'vatansız' statüsünde yaşıyorduk. Suriye Devleti bu
nedenle bize nüfus cüzdanı vermiyordu. Böyle olunca da pasaport alamadım. Mayınlı araziden geçmekten başka çarem yoktu. Ölümü göze alarak anneme gitmeye karar verdim. Mayınlı araziye girdikten sonra korkmaya başladım. Her yerim titriyordu. Bastığı yerin altında mayın olduğunu düşünmek insanı ürpertiyor. Mayınlı arazinin ortasında askerler beni gördü. Havaya ateş açtılar. Korkum daha da arttı. Beni terörist zannedebilirlerdi. Ama beni gördüler. Mayınlı alandan alarak karakola, oradan polise teslim ettiler.''

Türk vatandaşı olduğunu, ancak nüfus kaydı olmadığı için bunu
ispatlayamadığını bildiren Olgun, ''Türkiye'de annemin yanında yaşamak istiyorum. Bizi ayırmasınlar'' dedi.

-''BABASI MAYINA BASARAK ÖLDÜ''-

Anne Fatma Olgun ise 1972 yılında evlendiği Kasım Olgun'un
kaçakçılık yapmak için mayınlı araziden Suriye'ye geçerken 1977
yılında bastığı mayının patlaması sonucu yaşamını yitirdiğini söyledi.

Eşinin ölümünün ardından 4 yaşındaki oğlu Aslan ile kızları 3
yaşındaki Leyla ve 2 yaşındaki Herdem'i Suriye'nin Kamışlı kentinde oturan ve çocuğu olmayan kız kardeşi Emine'ye büyütmesi için verdiğini ifade eden Fatma Olgun, şunları anlattı:

''Gelirim olmadığı için çocuklarımı 1978 yılında Suriye'ye
ziyarete gittiğimde ona bırakmıştım. 5 yıl önce oğlum Aslan, geri döndü. Nüfus kaydı olduğu için bir sorun çıkmadı. Askerliğini yaptı ve şimdi birlikte yaşıyoruz. Ancak, kızlarım o zaman küçük olduğu için nüfus kaydı yapılmamıştı. Leyla'nın yanımda kalmasını istiyorum. Kızımı kaybetmek istemiyorum. Yetkililerden bize yardımcı olmalarını istiyorum.''

Leyla Olgun'un Avukatı Abdullah Düzgün ise Türkiye ile Suriye'nin sınır bölgesinde yaşayan insanlar arasında akrabalık ilişkisinin bulunduğunu belirterek, ''Suriye sınır bölgesinde yaşayan ve Türkiye'de akrabası bulunanların çoğunluğuna vatandaşlık hakkı vermiyor. Bu nedenle onlar da pasaport alamadıkları gibi büyük sıkıntı içerisinde yaşıyorlar. Bu durumda olan çok sayıda kişi var. Leyla'nın annesinin yanında kalması için başvuruda bulunduk'' dedi.

Kaymakam Ersin Emiroğlu ise Leyla'nın Türk vatandaşı olduğunu belirtmesi üzerine Suriye'ye iade edilmediğini belirterek, ''Leyla'nın durumu için İçişleri Bakanlığı'na yazı yazarak görüş istedik. Gelecek bilgi doğrultusunda hareket edeceğiz'' diye konuştu.


Habertürk

**yurdum haberleri***

<<>>


• Bir işçinin 600 tonluk press makinesinin arasından emeklemek suretiyle geçerek ucundaki 2450 santigratlık fırında sigarasını yakmaya çalışması. (Karabük Demir Çelik Fabrikaları)

• Kurtarmaya gelen ambulansın suratınıza park etmesi. (E5 Otoyolu, Kumburgaz mevkii)

• Tıraş olurken berberin "rahatlatır" güdümlü, boynu aniden sağa sola çevirme hareketi sonucu, boynun kırılması. (Erzurum, Merkez Berber Salonu)

• Kafasında mermer kırdırmaya çalışan medyatik karatecilerin travma sonucu ölümü (Esenler Karate Salonunda)

• Kurban bayramında kaçan koçların boynuzları bir yerlerinize sokması sonucu ölüm (K.Maraş'ın Çoğulhan Kasabası)

• Mideye kaçan sineği öldürmek için ağza shelltox sıkmak suretiyle ölüm(İstanbul/Sultanbeyli)

•Bir arabaya 11 kişi binip viyadüke uçmak (Molla Gürani Viyadükü/İstanbul)

•Katta olmayan asansöre binme teşebbüsü (Ali Kırca/Kuruçeşme'deki evinde; sadece yaralanma)

•Balkona 50kişi çıkılması sonucu balkonun çökmesiyle oluşan toplu ölüm.(Dudullu'da bir Köy nişan töreninde)

•Ormanda zehirli mantarları ailece yiyerek aksama evde ölü bulunan Türk ailesi (Datça'da)

•Yatağındaki tahtakurusu veya bilumum haşaratı öldürmek için yatağı ilaçladıktan biraz sonra uykuya dalarak göçmek (Bodrum/Yalı kavak Köyü)

•Elektrik direğine yaslanıp ayakkabısına kaçan taşı çıkartmak için ayağını silkelerken elektrik çarptığını sanan yardımsever bir laz tarafından kafasına kürek, kalas vb vurularak ölmek. (Rize/Ardeşen Kasabası/Tunca Köyü)

•Denizcilik işletmesinin Gaziantep tankerinde gecen bir olay: Geminin üçüncü mühendisi kontrol için geminin buhar kazanına girer(kimseye haber vermemiştir). Daha sonra işgüzarın biri "niye bu kazan kapağı açık" der ve kapağı kapatır akabinde gemi sefere çıkar. (Kocaeli/Dilovası İskelesi)

•Yolda mutlu mesut yürürken kafaya balkon düşmesi (Gene Dudullu'da)

•Para çekmek amacıyla girilen bankamatik gişesinde elektrik çarpması sonucu ölüm.(Ziraat Bankası, Bozcaada Şubesi)

•Trafik kazasından yaralı olarak kurtarılıp, hastaneye kaldırılırken ambulansın kaza yapması sonucu ölüm. (Ülkemizin birçok şehrinde sık rastlanan bir vaka)

â€¢İşçi Ali, şaka olsun diye, Burhan'a doğru hava tutar. Buna içerleyen Burhan, "öyle şaka olmaz böyle olur" diyerek hava tabancasını alır ve Ali'nin makatına sokar. Bağırsakları patlayan Ali hastane yolunda hakkın rahmetine kavuşur. (İstanbul, Ayaz ağa Sanayi Sitesi)

•Nüfus sayımı nedeniyle bomboş olan otoyolda bir sayım görevlisinin bariyerlere girmesi sonucu ölümü. (TEM otoyolu Gebze mevkii)

•Aynı iş yerinde biri gündüz bir gece vardiyasında olmak üzere çalışmakta olan baba oğuldan biri mobilette motor ile işe gitmekte diğeri ise bir başka mobilette ile eve dönmekte iken, yol üzerindeki sert bir virajda karşılaşmaları ve birbirlerine selam vermek isterken çarpışıp beraberce ölmeleri. (Konya, Meram Mahallesi)

•Kafalar güzel bir şekilde TEM otoyolunda seyreden bir araçtaki beş kişinin; süper fm'de çalmaya başlayan oynak bir şarki sonrası aracı sağa çekmesi ve Otoyol da göbek atmaya başlaması sonucu ölüm. Daha da ilginci bu 5 kişiden 3'ünün ölümü ve üçüne de ayrı ayrı araçların çarpmış olması (Adapazarı/Hendek)

•Eskiden anlatılan bir lunapark vakası: Parkın 2 kafadar gece bekçisi, uçan sandalye midir nedir işte onu çalıştırıp bir güzel kurulmuşlar. Bekçilerin ikisi de bütün gece kusarak hakkın rahmetine kavuşmuşlar.(İzmir / Göztepe)

BİZ TÜRKLER

Londra' da arkadaşlar Türk mahallesine gitmişler. Oradaki Türklerden bazıları tek kelime İngilizce bilmiyor. Çünkü adamlar manavdan alış veriş yapıyor, manav Türk, ev sahipleri Türk, arkadaşları Türk, esnaf Türk filan...
Neyse efendim bunlar giriyorlar bir bakkala, kasadaki elemanla bir hos sohbet derken iceri bir İngiliz giriyor.
Kasadaki eleman patronuna bagiriyor:
—İsmail ağabey bakivercen mi, turist geldi bir tane"


TÜRK AKLI

Güney'de bir turistik lokanta, yemek listesine yemeklerin Türkçe adlarını, karşısına da İngilizcelerini koymuş. Mantı’nın İngilizcesi olarak da "Logi" geçiyormuş. İngilizcede böyle bir sözcük mevcut değil. Peki, nasıl icat edilmiş? Araştırmış ve bulmuşlar: "Logic" İngilizcede "mantık" demek Son harfini atmışlar, olmuş "mantı" !

İŞE YARAMIYOR' DEDİ VE KESİP ATTI;

Bayburt'ta uzun süredir iktidarsızlık sorunu yaşayan 4 çocuk babası işçi emeklisi Mehmet Ölmez, önceki gün tedavi amacıyla SSK Erzurum Hastanesi'ne geldi. Sorununu doktorlara anlatmaya çekinen ve utancını bir türlü yenemeyen Ölmez, tuvalete girip cinsel organını kökünden kesti ve tuvalete attı. Ancak şiddetli acıya dayanamayan ve kanı durduramayan Ölmez, Acil Servis'e başvurdu ama kestiği penisi bulunamadığı için yerine dikilemedi. Ölmez, "İşe yaramıyordu. Ben de kökünden kestim, kurtuldum" dedi.

KuM Fırtınası Resimler!







**Şarkı söyleyerek bir bardak nasıl kırılırmı?

Yapılabilir ve teorik olarak mümkündür. Hatta ünlü tenör Cruso'nun bunu başardığı rivayet edilir.
Reonansını tutturabilirseniz sadece bardak değil başka birçok şeyi kırabilirsiniz.


Peki öyleyse, nedir bu rezonans?
Salıncakta bir çocuğu salladığınızı düşünün. Salıncak size gelirken, tam en üst noktaya ulaşmadan salıncağı itmeye kalkışırsanız, onu yavaşlatırsınız. Ancak salıncak size doğru gelirken, itmeyi hep en üst noktada yaparsanız, her seferinde aynı kuvvetle itseniz bile, salıncak gittikçe hızlanacaktır.
Salıncak kendi tabii frekansı ile, diyelim ki, dakikada 30 salınım yaparak sallanıyordu. Siz de dışardan bir kuvvet, fakat aynı frekansta bir kuvvet uyguladınız. Bu iki frekans çakıştı ve salıncak da bu nedenle gittikçe hızlandı.

Salıncak örneğinde olduğu gibi, her cismin bir kendi tabii frekansı vardır. Cisimlere kendi tabii frekansları ile çakışan bir frekansta her hangi bir kuvvet uygularsanzı rezonans denilen kontrolsüz bir ortam oluşabilir.

Eğer önünüzde duran bir bardağa, onun tabii frekansına uyan bir frekansta bağırabilirseniz, daha doğrusu bir ses dalgası gönderebilirseniz, bardağın tabii frekansı ile sesin frekansı çakışarak, bardaktaki titreşimi kontrolsüz bir şekilde artırır, bardak rezonansa girer ve sonuçta çatlayabilir veya kırılabilir.

İnsanlar günlük yaşamlarında pek farketmemelerine rağmen rezonans olayı, otomobilden, köprü dizaynına kadar mühendislerin en çok zorlandıkları konulardan biridir. Hatta bu nedenle, askerler bir köprüden geçerlerken, yürüyüş adımlarının frekansları köprünün tabii frekansı ile çakışıp, köprü yıkılmasın diye, köprülerden uygun adım yürüyüşle geçmezler.

Otomobilde direksiyon mekanizması ile amortisörlerdeki titreşim aynı frekansa gelince, rezonans sonucunda direksiyon şiddetli sarsılmaya başlar. Mühendisler araba dizaynında parçaların biçimlerini, yaylanmalarını ve ağırlıklarını, devir sayıları ve benzeri faktörleri göze alıp rezonansı en aza indirmeye çalışırlar.
Peki bu rezonansın hiç iyi bir yönü yok mu? Var elbette. Örneğin radyo istasyon dalgalarını araken bu dalgaları yakalarsanız, kendi alıcınız ile birbirini tuttuğu an rezonansa girer, genliği artar ve bu istayonu işitmeye başlarsınız.

Karısına kızdı, 600 bin doları yaktı

İsrail'de karısına kızan bir adam, içinde 3 milyon şekel (yaklaşık 600 bin dolar) bulunan çantayı evlerinin bahçesinde ateşe verdi.

Yediot Aharonot gazetesi, Tel Aviv yakınlarındaki Rehovot'da
oturan adamın, karısıyla para konusunda tartışma yaşayınca deliye
dönerek bugüne kadar biriktirdikleri bütün parayı yaktığını yazdı.
Çılgın adamın evini de yakmaya teşebbüs ettiğini belirten bir
itfaiye yetkilisi, ''36 yıllık iş hayatımda böyle bir olay başıma
gelmemişti'' diye hayretini dile getirirken, evin bahçesini inceleyen
polis yetkilileri, yanmış paralarla dolu çantayı buldu.
Olayla ilgili soruşturma başlatıldığı belirtildi.


kaynak:haberturk

resimlerle resim yapmışlar..

modern batıl inançlar

Gelişen teknolojiyle birlikte büyük bir yayılma gösteren bilgisayar kullanımı, beraberinde kullanıcılar arasında batıl inançların da yayılmasına neden oldu. Kullanıcıların bilgisayar konusunda kendilerine göre geliştirdiği yöntemler sebebiyle yayılan batıl inançların en önemli nedeni donanım hakkında yeterli bilgiye sahip olunmaması.


Türkiye’de bilgisayar teknolojisinin geliştirilememesi, bilgisayar ürünlerinin dışarıdan gelmesi, donanım bilgisinin kavranamamasının bunda en önemli etken olduğunu söyleyen Bilgisayar Uzmanı Murat Yıldırımoğlu Türk insanının genelde analitik düşünceye, neden-sonuç ilişkisine yabancı olmasının batıl inançların bir başka nedeni olduğunu söyledi. Yıldırımoğlu ayrıca bilgisayar hakkında bilgilendirme yapması gereken kişi ve kurumların da görevlerini yeterince yerine getirmemeleri nedeniyle batıl inançların yayılması kolaylaştığını ifade etti. Bu konuyla ilgili kamuoyunu bilgilendirici etkinliklerin yetersiz olmasını eleştiren Yıldırımoğlu, “Anladığım kadarıyla en hızlı yayılan şeyler batıl inançlar. Korkunç bir hızla yayılıyorlar. Doğru şeyler bu kadar hızlı yayılmıyor. Kullanıcılar hem kendi tembelliklerinden hem de bilgisayar yayınlarının yalan yanlış bilgiler vermesi yüzünden batıl inançlara saplanıp kalıyorlar.” diye konuştu.


İşte sözü edilen batıl inançlardan birkaçı:
· Bir tuşa bir kez bastığınızda olmayan şey, yirmi kere basınca olur..

· Çalışmayan herhangi bir hardware'ı ( donanımı) takıp çıkarınca oluşan çalışma olasılığı.

· Bilgisayar kilitlendiğinde vurmak.

· Diski biçimlendirip (formatlayıp) veya biçimlendirmeyip (formatlamayıp) yeni Windows kurmak, Windows’taki sorunları çözer.

· Bilgisayarda çıkan herhangi bir sorun bilgisayarı açıp kapadıktan (resetledikten ) sonra çözülür.

· Windows yüklerken fareyi (mouse) devamlı hareket ettirmek ve oluşabilecek bozuk dosya hataları ya da makine kilitlenmelerini önlenebileceğini zannetmek.

· Kasayı açtıktan sonra her şeyden önce içine üflemek.

· Topraklama yapılmazsa cihazlara zarar gelir.

· SCSI sabit diskler IDE sabit disklerden iyidir.

"GLADYATÖR sanki TARKAN" Çok İlginç!!

Gladyatör ve bizim Tarkan Filmleri arasındaki benzerlikler baya ilginç. mutlaka okuyun. Yorumlarnızı bekliyorum kankalar.



12 dalda Oscar'a aday olup, en iyi oyuncu, en iyi film, en iyi ses, en iyi kostüm ve en iyi görüntü efekti olmak üzere beş dalda ödül alan ‘‘Gladyatör’’ Türk sinemaseverleri şaşırtıyor. Şaşkınlığın nedeni filmin bir çok bölümünün ‘‘Tarkan’’ adlı çizgi romanla büyük benzerlik göstermesi.

Daha önce Hollywood'da çevrilen ‘‘Ben Hur’’ ve ‘‘Spartaküs’’ gibi filmlerin yeni versiyonu olarak sunulan ‘‘Gladyatör’’de, Tarkan çizgi romanından birebir kopya edildiğini düşündürten sahneler var. Neredeyse ‘‘Tarkan Hollywood'ta’’ dedirtecek kadar.

Sezgin Burak'ın 70'li yıllarda Avrupa ve Amerika'da da İngilizce, Fransızca, Almanca yayımlanan Tarkan serisini bütün dünya tanımıştı. Russell Crowe'un canlandırdığı ‘‘Gladyatör’’ de madalyonu, atı, kurdu ve kılıcı ile birlikte çizdiği imajla Türkler'in bu yenilmez kahramanı Tarkan'ın aynısı.

Yönetmen Ridley Scott, Russell Crowe'a ‘‘Gladyatör’’ kostümünü giydirirken, Tarkan'la özdeşleşen kuzu postunu da omuzlarına atmış sanki. Oysa Vikingler dışında Avrupa ya da Amerika'nın kahramanları, hiçbir zaman omuzlarında kuzu postlarıyla ortaya çıkmamıştı. Denilebilir ki Tarkan'ın imajına yaklaşmak için Scott'un seçtiği ilk yol bu olmuş!
Üç yabancı dilde yayımlanan dergi serileri ile videoları ve halen çeşitli uydulu kanallarda yayınlanan Tarkan filmlerinin, ‘‘Gladyatör’’ün yapımcılarını etkilediğini düşünmek hiç de yersiz sayılmaz.

Kahramanların, kostümlerin, figürlerin benzerliklerini bu sayfada fotoğraflı karşılaştırmalarıyla göreceksiniz. Sadece bu kadar da değil mesela İmparator'un kız kardeşi olan Honoria, ağabeyini iktidardan uzaklaştırmak için ordu komutanı ile işbirliği yapıyordu. ‘‘Gladyatör’’de de imparatora karşı kız kardeşi aynı rolde. Gladyatörlerin arenaya çıkış sahnesi de tümüyle hem de aynı anda açıdan canlandırılmış. Hatta gladyatör sıralamasında Russell Crowe, aynı sırada kamera karşısına geçmiş. Tarkan'ın macerasında yer alan bu sahne, bütünüyle kopyalanmış denecek kadar aynı.
Tarkan'ın unutulmaz ‘‘Maryo'nun Kuşları’’ macerasından hemen hatırladığımız Roma üstünden uçuşan kuşlar motifleri de eksik bırakılmamış. Tarkan'ın ‘‘Gümüş Eyer’’ hikayesindeki gibi ‘‘Gladyatör’’ün de ailesi hunharca katledilmiş.
Neyse ki benzemeyen bir şey var, finaller: Gladyatör, filmde ölüyor, Tarkan ise ölümsüz...



TESADÜFÜ AŞAN BENZERLİKLER
Avrupalı kahramanların yanında görmeye alışık olduğumuz kaplan, pars ya da jaguarlar yerine bu kez ‘‘Gladyatör’’ün yanında bir kurt köpeği katmış. Tıpkı Tarkan'ın kurdu gibi. Hatırlayacaksınız, Tarkan'ın maceralarında kurdun rolü büyüktü. Zaman zaman Tarkan'ı saldırılardan kurtaran, zaman zaman da rakiplerinin ikinci düşmanı olan kurt, ‘‘Gladyatör’’ün de savaştaki yardımcısı.

Tarkan'ın Dev Orso'yla savaştığı sahneler, özellikle de bu sahnelerin karlı bir günde geçmesi bile ‘‘Gladyatör’’e yansımış durumda. Türk çizgi roman kahramanı Tarkan'ın ‘‘Honoriya'nın Yüzüğü’’ adlı macerası ile ‘‘Gladyatör’’ filmi arasında şaşırtıcı ve tesadüf ötesi benzerlikler var.

Arenadaki dövüş sona erdiğinde imparator ölüm emrini veriyor. Gladyatör ise, emri uygulamıyor. Tıpkı Tarkan çizgi romanındaki gibi. Filmin yapımcısı ölüm emrini 19. yüzyıl ressamından örnek aldığını söylüyor ama gladyatörün kahramanca davranışını açıklayamıyor.

‘‘Gladyatör’’ filminde arenadaki gösterileri organize eden Lisiyus ile Tarkan'ın maceralarındaki Lisiyus tamamen aynı. Üstelik isimleri de... Başındaki peruğu, defne yaprağı, kilolu oluşuna kadar tamamıyla aynı iki Lisiyus karakteri...



MİNE BURAK SEZGİN

RESMEN ÇALMIŞLAR
Efsanevi Türk çizgi kahramanı Tarkan'ı okurlara ve izleyicilere kazandıran merhum Sezgin Burak'ın kızı Mine Sezgin Burak, bu benzerliklerin hiç de tesadüf olduğunu düşünmüyor. Bu kadar benzerlik Avrupa'da ya da Amerika'da olsa, davalar açılıp büyük tazminatlar istendiğini vurgulayan Burak, ‘‘Madem ki, bu kadar benzerlik var, sinema sektörünü temsil eden bir çok kuruluş var ve bunların Gladyatör'ü incelemesi gerekir. Bırakın bu kadar benzerliği, esinlenildiği zaman bile Avrupa ve Amerika'da bir çok davalar açılıyor. Ben de bu işin peşini bırakmaya niyetli değilim. Çünkü resmen Tarkan'ı çalmışlar. İzlerken, Hollywood'un Tarkan filmi çevirdiğini düşünüyorsunuz. Kültürler globalleşmiştir ama bu kadar da çalınmaya müsait değildir. Gerekli mercilere müracaat edip kültürel bir varlığımız haline gelmiş olan Tarkan'ın korunmasını isteyeceğim. Gerekirse Kültür Bakanlığı başta olmak üzere uluslararası kurumlara başvurup Tarkan'ın haklarının gasp edilmesine engel olacağım’’ diyor.

PEŞİNİ BIRAKMAYACAĞIM
Yıllarca Amerika'da kaldığını ve bu tür olaylara Amerika'da hiç de hoş bakılmadığını sözlerine ekleyen Mine Sezgin Burak, ‘‘Türkler, bir Amerikan filminin tek bir karesini taklit etselerdi, hemen el konulurdu. Örneğin atlı arabanın bir tekerleğini taklit etseydiniz, hemen olaya el konulurdu. Çünkü Amerikalılar bunun peşini bırakmazdı. Telif hakları bu derece korunuyor’’ diyor. Amacının Tarkan'ın taklit edildiğini gösterip tazminat almak olmadığını ancak Gladyatör'ün Tarkan'a kopya edercesine benzetildiğini tüm dünyaya göstermek olduğunu belirten Burak, bu işin peşini bırakmayacağını da vurguluyor.


Alıntıdır.

rusyada 9 yasındaki çocuk 9253 tane sınav çekti

Rusya'da 9 yaşındaki Pavel Guseinov, 9253 şınav çekerek, Guinness Rekorlar Kitabı'na adını yazdırdı.

Moskovski Komsomolet gazetesinde yayımlanan haberde, Guseinov aynı yaşta Kuzey Osetya'da yaşayan bir çocuğa ait olan rekoru 6,5 saatte çektiği şınavla kırdı.

Akrabaları, Guseinov'un şınav çekmeyi çok sevdiğini belirterek, "Bazen televizyon seyrederken bile yerinden kalkıp şınav çekmeye başlıyor. Kendisine şınav çekmeyi yasakladık, ama o bu defa da gizlice çekmeye başladı" dediler.

Daha önce hiçbir spor salonunda çalışmayan Guseinov, 6,5 saatlik şınav maratonu sırasında 5 dakika mola vererek annesini telefonla aradı

Uçuş

İnsan yapımı bir araçla uçan ilk yaratıklar, bir yavru horoz, bir ördek ve bir koyundu: Eylül 1783'te Fransız Montgolfier kardeşlerin yaptıkları, sıcak havayla dolu bir balon içinde uçuruldular. Hayvanların güvenli biçimde karaya inmeleri üstüne, iki kardeş, Paris göklerinde 25 dakikalık bir uçuş için Pilatre de Rozier ve Marki d'Arlandes adlı arkadaşlarını yüreklendirdiler. Motorlu araçlı uçuşun ilk öncüleri arasında yer alan İngiliz William Henson ve John Stringfellow, 1840'larda buhar makinesiyle çalışan, günümüzün uçaklarının birçok özelliğini taşıyan bir model uçak yaptılar (bu aracın uçup uçamadığı bilinmemekle birlikte, ağır yükü ve makinesinin düşük gücü nedeniyle başarısızlığa uğramış olması yüksek bir olasılıktır). Tam boy bir uçakla motorlu ve güdümlü uçuşu ilk kez Amerikalı Wright kardeşler başardılar. 1903'te yaptıkları Flyer adlı uçak, hafif bir benzin motoruyla çalışıyordu.

Dikkat örümcek ...

bu tür türkiyede yok sanmayın....

5 yıl futbol topu üzerinde geçer mi?

Çinli Qian Honyang'ın bacakları 3 yaşında geçirdiği bir trafik kazasının ardından kangren oldu. Doktorlar küçük kızı kurtarmak için bacaklarını ve gövdesinin altı bölümünü kesmek zorunda kaldı. Ülkenin en yoksul bölgelerinden Ouijing City'de yaşayan aile protez parası bulamayınca, ilginç bir çözüm geliştirdi.

Sıkı sıkı topa bağladı
Annesi, Qian'ı 5 yıl boyunca bir basket topunun üzerine oturtup, sıkı sıkı bağladı. Böylece küçük kız, elinde tuttuğu iki küçük tahta değneğin de yardımıyla, kimseye muhtaç olmadan hareket edebildi. Hatta Qian bu şekilde okula gidip gelmeye bile başladı.

6 ay rehabilitasyon
Basın, şu anda sekiz yaşında olan Qian'ın dramını dünyaya duyurunca, Çinli yetkililer yardım elini uzattı. Başkent Pekin'e götürülen küçük kıza protez bacaklar takıldı. Doktorlar 6 ay sürecek tedavi sonrası Qian'a normal bir hayat sözü verdi.

meteorun saniye saniye geçişi

işte güney amerikada cekilmiş bi video yorum size ait ama bence fake

http://www.unoriginal.co.uk/footage38_3.html

*** Koca İstanbul'u tek kareye sığdırdı***

Daha önce İstanbul’un havadan çektiği fotoğraflarını bir kitapta toplayan hava fotoğrafçısı Orhan Durgut, şimdi de 15 milyonluk nüfusu ve Boğaz’ı, Haliç’i, köprüleri, Kız Kulesi ile bütün İstanbul’u bir fotoğrafta topladı.

330 derecelik bir açıyla çektiği bu fotoğraf dünyada ilk. Durgut, dünyada çok az şehrin böyle bir fotoğrafının çekilebileceğini söylüyor. Zaten teknik olarak böyle fotoğrafların çekilmesi için İstanbul gibi bir şehrin olması gerekiyor. Deniz kenarında ve hilal şeklinde hafif denize doğru eğimli olması, iki kıtada birden toprakları olan İstanbul’u bu harikulade özelliğiyle fotoğrafa yansıtmaya yetiyor.

Durgut, İstanbul’un bu fotoğrafını Boğaz’ın Marmara Denizi giriş noktasında, helikopter denizin üzerinde yerinde sabit durmak koşuluyla 360 derece dönerken her açıyı ayrı ayrı çekerek elde etmiş. Bu çektiği fotoğraflardan 11 ayrı kareyi birleştirerek yukarıda gördüğünüz fotoğrafı elde etmiş. Bu fotoğrafta 330 derecelik bir açı ile İstanbul görülüyor.

Durgut, fotoğrafta görünmeyen 30 derecelik kısmı ise deniz olduğu için koymaya gerek duymamış, zira fotoğrafın iki yanında sadece su görüntüsü olacak ve bu daha da uzamasına sebep olacaktı.

19 yıllık hava fotoğrafçısı Orhan Durgut, eşi ile birlikte dünyanın 87 ülkesinde 200 bini aşkın hava fotoğrafı çekmiş. Özellikle İstanbul ve Anadolu medeniyetlerine ait fotoğraflarıyla adından çokça söz ettiren Durgut’un bu son çalışması dünyada bir ilk olması ile takdire şayan.

Zira bu fotoğraf karesiyle İstanbul’un bir günde gezilerek bitirilemeyecek kadar çok yeri görülebiliyor; Bakırköy sahilinden tarihi yarım adadaki Topkapı Sarayı, Sultanahmet ve Ayasofya camileri, Haliç, Galata Kulesi, Boğaz, köprüler, Çamlıca Tepesi, Kız Kulesi, Haydarpaşa Garı, Kadıköy sahilinden Kartal’a kadar İstanbul’un sahil şeridinin bir ucundan diğer ucuna kadar her yeri gözüküyor


bu fotoğraf dünyanın yuvarlak olup olmadığını görmek isteyenler için güzel bir örnek
fotoğraf ekte

Acılar.......

Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana
raslamis. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an
göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılanı vurmaya kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile gelmiş.Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.
Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni anlatmamış, ailesi dahil.Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş.Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile bulusmuş ve altınını almış.
Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Bir kaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek"
demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.
Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın
getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, kimbilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş....Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış.
Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde..
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı...
Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım
demiş...
Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama...Sende bu evlat acısı..bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız.

İntihar Etmen Lazım(gerçekten ilginç okuyun isterseniz kısacık:p)

Adamın biri ünlü bir falcıya gitmiş. Falcı adama, "Senin intihar etmen lazım. Yoksa gelecekte milyonlarca kişinin ölümüne sebep olacaksın" demiş. Adam bundan çok etkilenmiş ve intihar etmek için tren raylarına uzanmış. Diğer taraftaki raylarda bir çocuk oynuyormuş. Karşı yönden gelen tren ona çarpmak üzereymiş. Adam ani bir kararla intihar etmekten vazgeçip çocuğu kurtarmış. Çocuğa daha dikkatli olmasını öğütlerken, "Senin adın ne bakayım?" diye sormuş. Biraz önceki korkunç olaydan etkilenmişe benzemeyen sert bakışlı çocuk, "Adolf Hitler" demiş.

1,5 milyarlık nüfüsla rahatmı yaşanır sanıyosunuz.(çinlilerin evlerinin resimleri)

çekik gözlü kardeşlarimizin yaşadığı evler ne kadar rahat ve ferah öyle değilmi












alıntıdır

İnanılmaz...Mısır'da Bulunan İlginç Duvar Resimleri...



1.RESİM
Orta Mısır'daki antik kent Abidos'daki tapınağın duvarlarında yer alan dört bin yıllık rölyefte; "helikopter, denizaltı, jet uçağı ve uçandaire" figürleri yer alıyor.

2.RESİM
YERİN 5 METRE ALTINDAKİ "KATOT TÜPLERİ"
Bu fotoğraf da Orta Mısır'daki bir başka antik merkezde, Dandera'daki Hathor tapınağında çekildi. Burada, yerin yaklaşık üç metre altındaki gizli bir galerinin bitim noktasında yer alan şaşırtıcı bir rölyef görülüyor. Elektronik bir alete (daha çok bir katot tüpüne) şaşılacak kadar benzeyen bu cisimler, başlarındaki teknisyenler tarafından kullanılırken resmedilmiş.


Alıntıdır...

Kahve Tanelerinin Arasındaki Yüz!

Resimde kahve tanelerinin arasinda gizlenmiş bir insan kafasi (yuzu) var.

Adamin kafasini 3 saniyede bulursaniz bir dahisiniz demektir. Medikal arastirmalara gore eger adamin kafasini 3 saniyede bulursaniz beyininizin sag tarafi diger insanlara gore daha cok gelismis demektir.

Eger adamin kafasini 1 dakikada bulursaniz beyininizin sag tarafi normal bir insaninki gibi calisiyor demektir.

Eger 1 ile 3 dakika arasinda bulursan beyininin sag tarafi normalden yavas calisiyor demektir. Bu durumda daha cok protein almaniz gerekir.

Eger 3 dakikadan daha fazla bir surede bulursaniz beyininizin sag tarafi acinacak durumda demektir. Asiri derecede yavas tepki veriyorsa lufen daha cok resim izleyip bu egzersize agirlik verin.

Ata Sporumuz Karateydi....

biraz saçma bir efsane ama okuyun işte


Tüm dünyanın Çinliler'e ait olduğunu düşündüğü karate sanatı aslında özbeöz biz Türkler'e aitmiş. Çinliler kendilerinden daha az sayıda olan Türkler'e karşı savaş meydanlarında perişan oluyorlarmış. Onların deyimiyle; bir türlü bu bir avuç çapulcuyla baş edememişler. Sonuçta Çin Seddi'ni inşa etmişler.

Ama Türkleri durdurmak mümkün mü? Hayır! Duvarı aşıp akın akın geliyorlarmış. Bunun üzerine Çin hükümdarı Türkler'in yenilmezliklerinin sırrını araştırmaları casuslar yollamış. Bunlardan aylarca haber alınamamış. Çin hükümdarı daha fazla casus yollamış. Ama giden gelmiyormuş. En sonunda bir tanesi geri dönebilmiş. Ancak ağır yaralıymış. Türklerin enfes bir dövüş sanatına sahip olduğunu, bu nedenle hiç yenilmediklerini söyleyip son nefesini vermiş.

Çin hükümdarı artık ne yapacağını biliyormuş: başka casuslar yollayıp bu dövüş sanatının inceliklerini öğrenmek. Vezirine ülkedeki Türk'e benzeyen her genci toplayıp getirtmesini ve casus olarak yetiştirilmelerini buyurmuş. Bir kaç ay sonra yüzlerce genç, Türklerin arasına sızmaları için gönderilmiş.

Seneler sonra bu gençlerden sadece üç tanesi birer dövüş ustası olarak geri dönebilmiş. Hemen her birine ayrı okul kurulmuş. Çin kültürüne uygun olarak bu dövüş sanatına ''karate'' adını vermişler. Karate kısa bir sürede ülkenin dört bir yanına yayılmış.

Ama karate öğrenen Çin askerleri, Türklerle ilk savaşlarında yine hüsrana uğramış. Ee! tereciye tere satmaya çalışıyorlarmış. Türkler ata sporlarında çok ustalarmış. Bu savaşta bozguna uğrayan hükümdar, karatenin Çin'e gelmesini sağlayan hükümdarın oğluymuş ve ne yapacağını bilememiş. Ama babasının veziri, kurnaz bir adammış, yeni bir plan geliştirmiş. Hükümdar da bu planı çok beğenmiş.

Çok iyi işleyen plan şöyleymiş: Önce Türkleri pasif hale getirmek için, "güreş" adında bir spor geliştirmişler. Güreş kelimesi eski Çince'de ''pasiflik'' anlamına geliyormuş. Güzel Çinli prensesler aracılığıyla bu sporu Türk beylerine oradan da halka benimsetmişler. Sonuçta Türkler'in karateden iyice kopmasını sağlamışlar. Birkaç kuşak sonra Türkler karateyi tamamen unuturken Çinliler karatenin ustası olmuşlar. Bu yolla Çinliler, Türkler'i yenmekle kalmamış onların Orta Asya'dan göç etmelerine neden olmuşlar. Şimdi de gerçek ata sporumuzu bize öğretiyorlar.

alıntıdır

Saraydaki Felaketler Zinciri

Yine bir efsane


İtalya Kralı’nın oğlu 30 Mayıs 1867’de bi dükün kızıyla evlenecekmiş. Düğün için şenliklerin başladığı gün inanılmaz trajik olaylar zincirinin de başladığı tarih olmuş. Efsaneye göre, kraliyet ailesi bu olayları uzun süre halktan saklamış. Çünkü “sarayın etrafında uğursuzluk var” söylentisinden çekiniyolarmış.
Önce, gelinin giysilerinden sorumlu olan hizmetçi kendini asmış. Ardından, düğün alayını saraydan kiliseye götüren gruba liderlik eden komutan, güneş çarpması sonucu fenalaşıp hastaneye kaldırılmış, ancak kurtarılamamış. Bu arada, kızın çeyizini saraya getirmişler. Sarayın kapısı uzun süre açılmamış. Kapıdan sorumlu olan görevli kan gölünün içinde yatar halde bulunmuş. Allahtan nikah kıyılırken ölümler durmuş ama rahip, “Sizi karı-koca ilan ediyorum” der demez kilisenin içinde bi silah sesi yankılanmış ve Kraliyet Muhafız Alayı’ndan bi asker yanlışlıkla kendini vurmuş. (üstelik kafasından)

Gelinle damat nikahtan sonra kraliyet ailesinin balayı yaptığı bölgeye gidecekmiş. Düğün alayı tren garına doğru yola çıkmış. Genç çiftin olduğu arabada resmi nikah işlemlerini yapan memur da varmış. Bi ara arabanın tekerleği çukura düşünce adam kafasını hızla cama çarpmış ve bayılmış. (Bilmiyoruz ama kesin ölmüştür) Bu arada, kraliyet trenini hazırlayan gar şefi kendini lokomotifin altına atarak intihar etmiş.

Kral Victor Emmanuel, bu trajik olaylara son vermek için gelinle damadın balayı köşküne gitmeyip, saraya dönmelerine istemiş. Çünkü oğlu ve yeni gelininin bu uğursuz günleri sarayda, güven içinde geçirmelerinin daha iyi olacağını düşünmüş. Ancak düğün alayı saraya doğru giderken Castiglione Dükü atından, taze çiftin olduğu arabanın altına düşmüş. Dükün ceketindeki madalyalardan biri yanağından içeri girerek ölümüne yol açmış.