27 Mayıs 2007 Pazar

cinayet

1964 yılında genç bir kadın gece geç saatte newyork kentindeki evinin önünde öldürülmüştür direndiği için cinayet yarım saatten fazla sürmüştür 40 kadar komşusu imdat çağrılarını duymuş fakat hiç kimsa yardıma gelmemiştir.
hiç kimse polisi bile çağırmamıştır amerikan halkı bu olaydan dehşete düşmüştü ve sosyal pisikologlar bu olayın nedenini araştırmaya başladılar.
insanların kendilerini tehlikeye atmak istememeleri olaya karışmak mahkeme huzuruna çıkmak aci durumlarda ne yapçaklarını bilmeme gibi durumlar üzerinde durdular ama bunların hiçbirinin asıl neden olmadıkların gördüler
sizce asıl neden nedir?

Niçin trafik lambaları kırmızı/ sarı ve yeşildir?

Trafik ışıklan uygulaması, önceleri demiryollarının trenleri kontrol için uyguladığı sinyaller örnek alınarak başlamıştır. Demiryolları idaresi kırmızı rengi 'dur' sinyali olarak seçmişti. Kırmızı renk kan rengi olduğundan asırlar boyu tehlikenin, tahribatın ve ölümün simgesi olmuştur. Demiryolları ilk faaliyete geçtiği 1830'lu yıllarda 'ikaz' ışığının rengi yeşil, 'geç' ışığının ise beyazdı.
Bir süre sonra beyaz sinyal problem yaratmaya başladı. Beyaz renkli 'geç' sinyali diğer sokak lambaları ile karıştırılabili-yordu. Ama daha da kötüsü 'dur' işaretlerine konulan kırmızı mercekler yerlerinden düşünce ışık beyazlaşıyor, 'geç' sinyali olarak algılanıyor ve kazalara yol açabiliyordu.
Sonunda demiryolcular kırmızıyı 'dur', yeşili 'geç' san rengi de 'ikaz' sinyali olarak kullanmaya başladılar. Bilindiği gibi sarı, renk spektrumu içinde en göz alıcı renktir. Böylece makinist bir sinyalin bulunması gereken yerde beyaz ışığı görürse, bir şeylerin yanlış olduğunu anlıyor ve tedbirini alıyordu.
Karayollarına gelince, yollarda sadece atların ve at arabalarının bulunduğu tarihlerde bile dünyanın büyük şehirlerinde trafik sorundu. İlk trafik lambası otomobillerin ortaya çıkmasından çok önce 1868'de Londra'da kullanıldı. Gazla yakılan ve bir eksen etrafında döndürülebilen kırmızı ve yeşil lambalar bir yıl sonra patlayıp, kendilerini çeviren polisi de yaralayınca bu uygulama ortadan kalktı.
Ama öte yandan otomobillerin ortaya çıkması ve şehirlerde dolaşmaya başlamalarıyla birlikte durum iyice kötüleşti. Çeşitli şehirlerde değişik uygulamalar yapıldı. Demiryollarındaki uygulama örnek alındı ama demiryollarında birbirine paralel iki hat vardı. Bu sistem iki yolun kesiştiği kavşaklarda işe yaramıyordu.
Sonunda günümüzdekilere benzeyen ilk elektrikli otomatik trafik lambasını, ilkokul mezunu ve ABD'deki Cleveland'da otomobil sahibi ilk siyah olan Garrett Morgan geliştirdi. 1914'de ilk denemelerine başlayan Morgan 1923'de de patentini aldı. Morgan 1963'de ölümünden az önce patentini 40 bin dolara General Electric firmasına sattı.
Morgan'ın lambaları demiryollarına benzer şekilde bir 'T' üzerinde kırmızı ve yeşil iki lambadan ibaretti. Çok geçmeden ikaz anlamında sarı lamba da ilave edildi ve uygulama bütün dünyaya süratle yayıldı.

Matemde bayraklar niçin yarıya indirilir?



Bu geleneğin kökeni eski deniz savaşlarına kadar uzanıyor. O devirlerde her bir savaş gemisinin direğinin tepesinde dalgalanan kendine özgü renkli bir bayrağı vardı. Bir deniz savaşından sonra yenilen gemi, galip tarafın bayrağını asmak zorundaydı, bunun için de kendi bayrağını yarıya çekerek üstte yer bırakırdı.
Günümüzde böyle bir durum söz konusu değilse de, bayrakları yarıya indirmek bir saygı ifadesi olarak kaldı. Milletlerin matem günlerinde, önemli devlet adamlarının ölümünde, diğer milletlerin de bayraklarını yarıya indirmeleri, mateme katılmak anlamında uluslararası bir gelenek haline geldi.
Hangi ulustan olursa olsun denizde birbirinin yanından geçen gemilerin, geçiş süresince bayraklarını yarıya indirmeleri geleneği, saygının bir ifadesi olarak günümüzde hala devam etmektedir.


Kalp:.

Hiç bu kadar yakından gördünüzmü.Dayanamam diyenler açmasın:
http://www.specialdefects.com/v2/?heart

Meğer İnsan Vücudu Neymiş

* Vücudumuzda bulunan yağla 7 iri sabun kalıbı yapabiliriz.
*O kadar çok karbon taşırız ki bunları bîr araya toplayıp kullanmak mümkün olsa; 9000 adet kurşun kalem yapabiliriz.2200 kibrite yetecek kadar fosforumuz, 250 gramdan fazla sürfürümüz, bir kaşık dolusu muz mağnezyummuş, 5 cm boyunda bir çivi yapacak kadar demirimiz vardır.

*Vücudumuzda 25 milyar oksijen alıcı kırmızı kan yuvarlakları bulunmaktadır. Bunları bir yüzey üzerine yayacak olursak 2570 metre karelik bir alanı kaplar.

*Bebekken 270'den fazla kemiğimiz varken, büyüdükçe bunların bazısı birbiriyle kaynaşarak sonunda sadece 206 kemikle kalırız.

*Kalbimiz normal olarak dakikada 70-72 kere atar. Bu atışa göre, 70 yaşındaki insanın kalbi 2500 milyon kere atmış ve bu süre içindede 167561600000 kilo kan, damarlarımıza pompalamıştır

*Normal bir vücut ısısı ile, insanın dayanabileceği en sıcak suyun ısısı 110°Cdir.

*Normal bir insan vücudunda bulunan elektrik, 25 Wattlık bir lambayı dakikalarca yakabilir.
*Esmerlerde 120 bin, sarışınlarda ise 140 bin adet saç teli vardır. Her geçen gün başımızdan 25.000 arasında saç teli kopar ve yerine yine aynı sayıda yenileri çıkar.

*Tek bir dakika içerisinde 1025 cm küplük havayı içimize çeker, 4 kilograma yakın kanı vücudumuz içinde devrederiz.

*Yapılan araştırmalara göre 6 dakika su altında kalabilir, 20 dakika nefesimizi tutabilir, sıfırın altında 103 derecelik bir soğuğa karşı koyabiliriz. 30 gün aç 110 saat da uykusuzluğa dayanabiliriz.
*Tırnaklarımız bir yılda 3,75 metre kadar uzar.

*İnsan doğduktan bir kaç gün sonraya kadar, hiç birşey duymayacak kadar sağırdır.

Kahve Sanatı...........

Seni gerçekten etkileyeceğini düşündüğüm mükemmel kahve fotoğraflarının bulunduğu bir site. Kahve ağaçlarından yeşiliyle kırmızısıyla boncuk boncuk toplanan, sonra ayıklanarak kahve halini alan o içtiğimiz kahvenin bu fotoğraflarını görünce insanın etkilenmemesi mümkün değil zaten. Hemen hemen her gün içtiğim, yaparken bana hiçbir anlam ifade etmeyen kahve, şimdi çok şey ifade etmeye başladı. Yani kahve nedir diye sorsan kahve kahvedir derdim. Fakat şimdi kahve bir sanattır derim. Fotoğraflardan o kadar çok etkilendim ki 'acaba bunları nasıl yapabilirim?' düşüncesiyle hemen bir kahve yapıp denemeye koyuldum. Düşünsenize eve gelen misafire bu şekilde kahve ikram ettiğinizi. Gerçi biraz uzun sürer ama zamanla el çabukluğu kazanırız herhalde..




Kahve Sanatı

Deniz Bulut


kaçkarlar bulutuharika ya baksanızaaa benım hayalımde o bulutları ellemek war o hissi tamak istiyorum en buyuk hayalllerımden size iraz saçma gelebilir ama

İlginç Şeyler

Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir!!
Sabahları elma kahveden daha fazla uykunuzu açar!

Evinizdeki toz parçacıklarının büyük çoğunluğu ölmüş deri dokusudur.

Marilyn Monroe'nun altı adet ayak parmağı vardı!!

İnekler merdiven çıkabilir ama inemezler!!

Ördeklerin "vak" sesi yankı yapmaz, nedenini de kimse bilmez!!

Sivrisinek kovucu spreyler sinekleri kovmuyor. Sizi gizliyor. Sivrisineğin alıcılarını bloke ederek sizin orada olduğunuzu anlamamalarını sağlıyor...

Taze kakao içinde bulunan sıvı, kan plazması yerine kullanılabiliyor !!!

Hiçbir kağıt parçası 7 defadan fazla ikiye katlanamaz!! ¨

Uyurken TV izlerken olduğundan daha fazla kalori harcarsınız!! ¨

Meşe ağaçları elli yaşından önce palamut vermez.

Üzerinde barkodu bulunan ilk urun Wrigley's marka sakızdı.

Kupa papazi bıyıksız olan tek papazdır!.

Boeing 747'nin kanatları;uçakla uçmayı ilk başaran Wright Kardeşlerin uçtuğu mesafeden daha uzundur. Amerikan Havayolları 1987 yılında first-class da sunulan salatalardan bir adet zeytin eksiltmek suretiyle 40.000 USD kâr etmiştir.

Ve..... İşte ennnn önemlisi:

Kaplumbağalar ..ıçlarından (arkalarından) nefes alabilirler!!

Hepsi ayrı ilginç yaw

Sizce bu gerçekten Tupac mı?

Arkadaşlar bilindiği gibi Tupac Shakur 1996 yılında Mike Tyson ın boks maçı çıkışında Las Vegasta trafik ışıklarında arabasıyla beklerken yanına yaklaşan Cadillac marka bir arabadan açılan ateş sonucu öldürülmüştü...ama o günden beridir hep bir söylenti var.."Tupac gerçekten öldümü yoksa mafyadan gizlenmek için kendini ölü gibi mi gösteriyor?" 2007 de geri geleceği söyleniyor...işte burda Tupac'ın otopsi resmi var. Bazı insanlar o öldü ve bu resim ona ait derken bazıları da o ölmedi ve bu ona benzeyen başka biri diyorlar...yorumlarnızı bekliyorum arkadaşlar

işte gerçek cin resmi

kankalar hani forumda bi cin resmi vardı ya size cin resminin gerçeği

ufo'nun kaçırdığı adam

KAÇIRILMA DOSYASI

ÖNEMLİ OLAYLAR - CALVIN PARKER

Mississippi tersanesi işçileri olan Hickson ve Parker, 11 Ekim 1973 tarihinde Pascagoula Irmağı kenarındaki eski bir iskelede balık avlarken birtakım varlıklar tarafından kaçırılmışlardı. Olay şöyle cereyan etmişti;

Bu iki adam, garip bir vızıltı sesinden sonra şaşkınlık içinde yumurta şeklindeki bir aracın, beyaz/mavi ışıklar saçarak kendilerine doğru geldiğini gördüler. Araç yere indikten sonra içinden çıkan 3 garip varlık kendilerine yaklaşmaya başladı. Varlıklar yaklaşık 150 cm. uzunluğunda, gri renkli, kırışık derili varlıklardı ve kulaklarıyla burunlarının olduğu yerde birer çıkıntı vardı. Ayrıca ağız bölgelerinde yine ağız yerine çok ince bir çizgi vardı. Bu anda henüz 19 yaşında olan Parker bayıldı. Ardından her iki adam da uzay aracına alındı.

Hickson, büyük bir göze benzeyen hareketli bir aygıt tarafından taranarak tıbbi incelemeden geçirildi. Yaklaşık 20 dakika sonra iki adam apar topar aygıtın içinden göl kıyısına geri bırakıldılar.

Bu iki adamın hikayesi, kendilerini gizli bir mikrofonun saklandığı odada yalnız bırakıp giden yerel şerifi çok etkilemişti. Şerif onların bu hikayeyi uydurup uydurmadıklarını öğrenmeye çalışıyordu, onların yalnız kalınca, uydurdukları hikayeden bahsedip gülmelerini bekliyordu. Ancak bu olmadı. İki adam arasında aşağıdaki konuşma geçmişti;

Hickson : Hayatımda daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. İnsanları buna inandıramazsın.

Parker : Ben burada oturup durmak istemiyorum, bir doktora görünmek istiyorum.

Hickson : Artık uyanıp inanmaya başlasalar iyi olur. İnanmak zorundalar.

Parker : O lanet kapının nasıl bir anda ortaya çıktığını gördün mü?

Bu iki adam yakınlarda bulunan Keesler Hava Kuvvetleri Üssü yetkililerince sorgulandı ve vaka daha sonra, ABD Hava Kuvvetleri, Blue Book/Mavi Kitap Projesi’ne son verdiğinde kendi UFO çalışma grubunu kuran Dr. J. Allen Hynek tarafından da incelendi. Hickson’a hipnoz yapılmaya çalışıldı ancak büyük acı çekmeye başlayınca seanslara devam edilmedi. Parker ise, yaşadıklarından ötürü sarsıntı geçirmişti ve ardından bir sinir krizi yaşadı. Her ikisi de uzun yıllar boyunca yaşadıklarının etkisini üzerlerinden atamadılar.

Pascagola’da kaçırılma 19 yaşındaki Calvin Parker ile 42 yaşındaki Charles Hickson’ın garip hikayeleri, esasında meşhur karşılaşmalarından bir gün önce başlıyor. 10 Ekim 1973’de aralarında iki polis memuru da olmak üzere on beş farklı insan , St. Tammash Parish , New Orleans , Lousiana’da bir inşaatın üzerinde , gümüş renkli , büyük bir UFO’nun yavaşça uçtuğunu gördüklerini bildirdiler. Bu olaydan sadece 24 saat sonra , Hickson ve Parker hayatlarının en korkunç gününü , yaşayacaklarını, korkunç bir UFO’yla karşılaşacaklarını bilemezlerdi.

İkisi de Mississippi’nin Gautier kasabasından geliyordu ve saat 21.00 civarı gecenin karanlığında Pascagoula Nehrinde balık tutmaya çalışıyorlardı. Birden arkalarından gelen bir vızıltı sesi duydular . Sesin nereden geldiğini görmek için döndüklerinde, gördükleri parlak , yumurta şekilli ve ön tarafında mavi ışıklar olan cisim karşısında şaşkına döndüler. Garip araç , kıyıdan 10 metre mesafede, yerden birkaç metre yüksekte , havada duruyordu.

Şaşkınlıkla izlerlerken , objeden bir kapı açıldı ve üç garip yaratık , suyun üzerinden uçarak onlara doğru gelmeye başladı. Yaratıkların bacakları olmasına rağmen , onları kullanmıyorlar , havada süzülerek ilerliyorlardı. Parker ve Hickson , daha sonra yaratıkları tasvir etmeleri istendiğinde şöyle anlatacaklar “ Yaklaşık 5 feet boyunda , mermiye benzer kafaları olan , boyunları olmayan yaratıklardı. Ağız olarak ince bir çizgi vardı ve burun ve kulaklarının olması gereken yerde , kardan adamın burnuna takılan havuç gibi küçük , konik çıkıntılar vardı. Gözleri görünmüyordu. Kırışık , gri renkli derileri , yuvarlak ayakları ve pençeye benzer elleri vardı."

Korkudan ve şaşkınlıktan şok geçiren Hickson , İki yaratık tarafından tutularak taşınmaya başlandı. Korkudan bayılmış olan Parker’ı da yaratıklardan biri taşıyordu. Daha sonra , olayı düşündüklerinde , yaratıkların ellerini değdirdiği yerlerinin hafiflediğini ve onlar da yaratıklar gibi havada süzülerek, UFO’nun içindeki parlak bir odaya kadar bu şekilde taşındıklarını hatırlayacaklar. Odanın içerisinde , Hickson , göze benzer bir nesnenin önünden süzülerek geçirildi ve bir çeşit teste maruz kaldı. Yaratıklar odadan çıkarken aynı işlem Parker’a da uygulanıyordu. İncelemelerin başlamasından yaklaşık 20 dakika sonra , işlemler sona erdi ve Hickson araçtan geriye uçarak çıkarıldı. Parker yerde ağlıyor , dualar ediyordu. Kısa bir an sonra , araç , gökyüzüne doğru yükselerek gözden kayboldu.

İkisi de , kendilerine geldiklerinde , ne yapacaklarını bilemediler. Yaşadıkları garip olayları bildirmeye isteksizdiler. Fakat birilerine anlatmaları gerekiyordu. Alay edilme riskini göze alarak , Biloxi’deki Kessler Hava Kuvvetleri Üssünü aradılar. Üsten , yerel şerifleriyle görüşmeleri gerektiğini öğrenen ikili görebilecekleri tepkiden çekindiler ve yerel bir gazeteyle konuşmaya karar verdiler. Gazetenin ofisinin kapalı olduğunu görünce çaresiz şerifle konuşmak üzere polis merkezine gittiler. İkisinin anlattığı hikayeyi dinleyen şerif , onlara inanmadı ve doğruyu söylemelerini sağlamak , neden böyle bir hikaye uydurduklarını öğrenmek için onları ses geçirmeyen , izole bir odaya kapattı.

Olay kısa sürede duyuldu. İlk olarak yerel basında yayınlanan hikaye daha sonra kablo televizyon kanallarında görülmeye başlandı. Birkaç gün sonra Pascagoula olayı bütün Amerikanın gündemine oturmuştu. Hava Fenomenleri Araştırma Organizasyonu, olayı araştırması için Kaliforniya Üniversitesi Profesörlerinden James Harder’ı gönderdi. Ayrıca Amerikan Hava Kuvvetlerini temsilen Dr. J .Allen Hynek’de olay yerinde incelemeler yapmak üzere gelmişti. Harder ve Hynek beraber Hickson ve Parker’ı incelediler. Harder , Hickson’u hipnotize etti fakat seans o kadar korkutucu olmuştu ki iptal etmek zorunda kaldılar.

Araştırmacılar tarafından , yalan makinesi testinden geçmeye ikna edilen Hickson ve Parker , testlerden geçerek yalan söylemediklerini kanıtladılar. Uzmanlık alanlarında oldukça saygı duyulan Harder ve Hynek iki adamın anlattığı hikayeye inanarak şu sözleri söylediler. “ Bu hikayede kesinlikle dünya dışı kaynaklı bir şeyler söz konusu. “

Bu hikaye ile bağlantılı olarak , birkaç hafta sonra ,Sahil Güvenlik Güçleri ve bazı balıkçılar suyun altından ilerleyen metalik renkli bir obje ile karşılaştılar. Cismin üzerinde kehribar sarısı bir ışık vardı. Sahil Güvenlik , cismi Pascagoula nehri boyunca takip etti. Cisim , dokunulabilecek yakınlıktaydı fakat ne zaman uzun , balıkçı kancalarıyla cisme dokunsalar , cisim ışığını söndürerek hızla uzaklaşıyor , belirli bir mesafeden sonra üzerindeki ışık yeniden yanıyordu. Bu karşılaşma , garip araç ortadan kaybolana kadar yaklaşık 40 dakika kadar sürdü.

Pascagoula vakası , UFO olayları arasında en ilginçlerinden biridir. Kaçırılanlar iki kişi olsalar da , aynı gece tarif edilen garip aracı gördüğünü bildiren bir çok insan olmuştur. İki adam hikayelerine sadık kaldılar. Fakat 11 Ekim 1973 gecesi yaşanan olaylara kimse bir açıklama getiremedi...

Bu balık nasıl bir balık?




yer : diyarbakir .....


lunaparkta gece bekçisi iki kafadar (zincirlerin ucuna baglanmis
salincaklardan olusan) uçan sandalyelere biner ve mekanizmayi
çalistirirlar. ancak sandelyelerin merkezkaç kuvveti ile dönerek
açilmasindan dolayi durdurmak için saltere ulasamazlar ve sabaha kadar
kimseye seslerini duyuramazlar... bu bekçilerden biri hayatini
kaybetmis, digeri ise gördügü uzun tedavilere ragmen eski sagligina
kavusamamistir

Papa hamile Kalırsa Nolur?

Hürriyet Gazetesi yazarı Murat Bardakçı, yeni Papa seçimlerini ve seçimlerdeki uygulamaların kaynaklarını yazdı. İşte Papalık makamındaki ilginç olaylara değinen Bardakçı'nın yazısı:



Papa İkinci Jean Paul, dün gece Vatikan’ın resmi açıklamasındaki ifadeye göre, ‘İsa’nın açtığı kapıdan içeri girdi. Vatikan’da şimdi Papa’nın o kapıdan içeri girmesinden sonra yeni Papa’nın seçilmesi için günler boyu devam edecek olan yoğun bir koşuşturma yaşanacak.


Derken, kardinallerin en yaşlısı yeni Papa’nın ayıptır söylemesi, testislerini muayene edecek ve Latince ‘Duo testis bene benedata!’ yani ‘İki adet testisi var, uygundur!’ diye müjde verip yeni ruhani liderin ‘erkekliğini’ ilán edecek... Bu ádet tááá 9. asırdan buyana sessiz-sadasız uygulanıyor ve uygulanmasının sebebi de 853 yılında Joan adında bir kadını erkek zannederek Papa seçen ve Joan’ın áyin sırasında doğuruvermesiyle allak bullak olan Vatikan’ın yeni Papa’nın ‘erkekliği’ konusunda kendisini garantiye almak istemesi...

PAPA İkinci Jean Paul, dün gece Vatikan’dan yapılan resmi açıklamaya göre ‘İsa’nın açtığı kapıdan içeri girdi.’

Şimdi Aziz Petrus’tan buyana İsa’ya vekálet eden 265. Papa’nın devri kapanacak ve Vatikan’da önümüzdeki günlerde 266. Papa’nın seçilebilmesi için gayet yoğun bir koşuşturma, kulis ve siyaset yaşanacak.

Kardinallerin yeni Papa’yı nasıl seçecekleri, belki de haftalar boyu devam edecek olan bu seçim sırasında fildişi sandıklardan renkli dumanlara kadar varan hangi sembollerin kullanılacağı, bu sembollerin ne anlama geleceği ve seçim sonrasında ne gibi merasimlerin yapılacağı konusunda gazeteler ve TV’ler önümüzdeki günlerde bol bol ayrıntılı haberler verecekler. Dolayısıyla burada bu ayrıntılara temas etmeyeceğim.

KADIN KORKUSU

Ama, Vatikan’da yapılacak olan seçimler ve merasimler sırasında sessiz sadasız uygulanacak ve çok büyük bir ihtimalle sözü hiç edilmeyecek olan bir başka ayrıntı var: Kardinallerin en yaşlısının, yeni seçilecek olan Papa’nın -ayıptır söylemesi- testislerini muayene ettikten sonra Latince ‘Duo testis bene benedata!’ yani ‘İki adet testisi var, uygundur!’ diye müjde verip yeni ruhani liderin ‘erkekliğini’ dünyaya ilán edecek olması...

Bu biraz fazla garip görünen muayenenin sebebi, yaşını başını almış kardinallerin Papa’nın bir tarafını merak etmeleri değil, Papalık tahtına oturan kişinin ‘erkekliğinden’ emin olmaya mecbur bulunmaları. Bu mecburiyet, tááá 11 asır öncesinden kaynaklanıyor. Muayenenin gerisinde, 853 yılında Joan adında bir kadını erkek zannederek ‘Sekizinci John’ unvanıyla Papa yapan ve kadın Papa’nın áyinin ortasında doğuruvermesiyle allak bullak olan Vatikan’ın aynı hataya bir daha düşmeme ve Papa’nın cinsiyeti konusunda kendisini garantiye arzusu var.

İşte, kadın Papa Joan’ın macerası:

Joan, Almanya’da yaşayan bir İngiliz misyoner ailenin kızıydı. Yakınları, onun ‘Gilberta’ yahut ‘Jutta’ diye de çağırıyorlardı. 12 yaşına geldiğinde erkek elbiseleri giyiyor ve erkek çocuk gibi davranıyordu. Atina’da din ve felsefe öğrendikten sonra Roma’ya gitmiş, ne yaptıysa yapmış, 853’te ölen Dördüncü Leo’dan sonra kendisini Papa seçtirmeyi başarmış, ‘Sekizinci John’ adını almış ve iki sene beş ay dört gün boyunca Papalık tahtında oturmuştu.

SOKAKTA DOĞURDU

Kadın Papa’nın, gelişi gibi gidişi de garip oldu. Hizmetkárlarından biriyle, bir iddiaya göre de Roma’ya hákim olan imparatorun oğluyla ilişkisi vardı ve hamile kalmıştı. Hamileliğini dokuz ay boyunca gizlemeyi başardı ama doğum zamanı yaklaşıyordu ve 855 yılında Aziz Petrus Kilisesi’nin dışında kortej halinde yapılan bir áyin sırasında, sokakta doğuruverdi! Kardinaller hem Joan’ı hem de yeni doğmuş çocuğunu hemen oracıkta taşlayıp öldürdüler.

Joan’ın ismi daha sonra papalar listesinden de silindi. Ama, ondan 17 sene sonra tahta geçen ve ‘John’ adını almak isteyen bir başka Papa, ‘Dokuzuncu John’ olduğu takdirde sekizincisinin adı listelerden çıkartıldığı ve dolayısıyla da ‘John’ların sıralamasında eksiklik görüleceği için Vatikan’ın yüzkarası sayılan kadın papanın adının başındaki sayıyı almak zorunda kaldı, ‘Sekizinci John’ oldu ve böylelikle sıralamanın da namusu kurtarıldı!

Vatikan, Joan’ın unutulması için elinden geleni yaptı fakat bazı kilise mensuplarının hadiseyi tarihlere kaydetmelerine bir türlü máni olamadı. Joan’ın macerasını, önce 11. asırda yaşayan Martinus Scotus adında bir rahip yazdı. Martinus’u 12. asır kilise tarihçisi Gemiorslu Siegebert takip etti, ondan bir yüzyıl sonra yaşamış olan tarihçi Martinus Polonus da ‘Cronikon Pontificum en Imperatum’ yani ‘Papaların ve İmparatorların Tarihi’ isimli eserinde hadisenin bütün ayrıntılarını anlattı.

İKİ ADET TESTİSİ VAR!

Yeni seçilen Papa’ya testis muayenesi yapılmasına, Vatikan’da yaşanan işte bu Joan macerasından sonra başlandı. Papa, eski dönemlerde seçimden hemen sonra altında yuvarlak bir delik bulunan bir tahtırevana oturtulur, omuzlar üzerine alınan tahtırevanla Roma caddelerinde dolaştırılırken kardinallerden biri elini delikten yukarıya uzatır ve Papa’nın bir tarafını kontrol ederdi. 16. asırdan sonra yeni seçilen Papa’nın kortejle caddelerde dolaştırılmasından vazgeçilince de, bu málum kontrol işi kilisede yapılır oldu.

Vatikan, asırlar öncesinin kroniklerinde açıkça anlatılmasına rağmen ‘Sekizinci John’ adında iki ayrı Papa’nın varlığını ve birincisinin kadın olduğunu kabul etmiyor ve Joan hakkında söylenenleri yalanlıyor. Kadın Papa Joan resmen mevcut olmamasına rağmen ondan kaynaklanan testis muayenesi ise hálá uygulanmakta ve Kardinaller Konseyi’nin en yaşlı mensubu, meslekdaşlarına birkaç hafta sonra yine ‘Duo testis bene benedata!’ yani ‘İki adet testisi var, uygundur!’ diye bağıracak...

Kendini erkek diye yutturan kadın Papa’yı taşlamışlardı

KADIN Papa Joan, kortejle beraber Aziz Petrus Kilisesi’nden çıkıp caddelerde ilerlediği sırada doğuruvermiş ve bu doğum tarihçilerin yazdıklarına bakılırsa son derece zor, acılar ve çığlıklar içerisinde olmuştu.

Kardinaller ve kortejde bulunan papazlar, Joan ile yeni doğmuş çocuğu hemen oracıkta taşlayıp öldürdüler, öldüğü yere gömdükten sonra üzerine mermerden bir plaket koyup plaketin hemen yanıbaşına da bir anne ile çocuğunu gösteren bir de heykel diktiler. Asırlar boyunca duran plaket ve heykel, Joan’dan geriye bir iz kalmaması için 16. yüzyılın sonlarında yaşayan Papa Beşinci Pius’un emriyle kırdırıldı, bu arada Papalık Arşivi’ndeki kayıtlar da imha edildi ve Joan’ın adı sadece macerasından bahseden tarih kitaplarında kaldı.

Evlenmesi yasak olan Papa, torununu kardinal yapmıştı

PAPALAR tarihi son derece enteresan olaylarla doludur. Siyasetle uğraşan, iktidar için oluk gibi kan döken ve hatta bize karşı Haçlı Seferleri’ni bile başlatan Papalar’ın yanısıra Katolik doktrini uyarınca kadınlarla ilişkiye girmeleri yasak olmasına rağmen aşklarıyla ve gayrımeşru çocuklarıyla tarihe geçmiş Papalar da vardır.

İşte, bu Papalar’dan bazıları:

Üçüncü Sergius 904’te papa oldu ve yedi yıl tahtta kaldı. Papa’nın Marozia adında 16-17 yaşlarında bir sevgilisi ve bu sevgilisinden de gayrımeşru bir oğlu vardı. Marozi’nın annesi Theodora, sevgilisini 914 yılında ‘Onuncu Jean’ unvanıyla Papa seçtirmeyi başardı; Sergius’un gayrımeşru oğlu da 931’de ‘Onbirinci John’ olarak Papalık tahtına oturdu.

Sergius’un gayrımeşru oğlu Onikinci John, Papa olduğu sırada henüz 18 yaşındaydı. Sekiz yıl devam eden papalığı sırasında babasının metresiyle büyük aşk yaşadı, yeğenleriyle ilişkiye girdi ve kendisini eleştiren bir papaz yamağının cinsel organını kestirdi. 963 Kasım’ında Roma’daki Aziz Petrus Kilisesi’nde biraraya gelen 50 kadar kardinal, Papa’yı kutsal kavramlara saygısızlıkla, makamını satın almakla, yalan yere yemin etmekle, cinayetle ve zina ile suçlayıp papalıktan azlettiler.

Sekizinci Innocent 1484’te Papa seçildiğinde biri kız, diğeri erkek iki gayrımeşru çocuğun babasıydı. Innocent’in 1492’de yerini alan ve Borjia ailesinin mensubu olan Altıncı Alexander ise dört çocuk babasıydı ve dünya cinayet tarihinde çok önemli bir mevki edinmiş olan Sezar ile Lükres Borjiya, Alexander’ın çocuklarından sadece ikisiydi.

Çoluk-çocuk sahibi papalar sadece bunlardan ibaret değildi. 1523’te papa olan Yedinci Clement’in hem kendisi gayrımeşruydu, hem de sevgilisinden bir oğlu olmuştu. Üçüncü Paul’un dört oğlu ve iki erkek torunu vardı, üstelik henüz 20 yaşına bile basmamış olan torunlarını kardinal yapmıştı. Dördüncü Pius ise sadece üç çocukla yetinmişti.

sizce gerçekmi yoksa fake mi?

kankalar belki bu resimleri görmüşsünüzdür ama bir kez daha bakmanızı istiyorum

amerikan psikolojik testi!!!!!!!!!!!!

Öykünün kahramanı bir genç kız. Bu genç kız, kendi annesinin cenaze töreninde daha önce kim olduğunu hiç bilmediği bir genç adamla karşılasıyor. Bu genç adam kızın rüyalarının adamı ve kız görür görmez adama aşık oluyor. Aradan bir kaç gün geçiyor. Bu genç adama 1 daha rastlayamıyor.Genç kız kız kardeşini öldürüyor. Polis neden öldürdüğünü sorduğunda, genç kız cevap veriyor?

Kızın kız kardeşini öldürme sebebi nedir? Aşağıdaki cevaba bakmadan yanıtlamaya çalışın!.









CEVAP: Genç kız, adamın cenazeye geleceğini ve adamı orada göreceğini umuyor.



Bunu doğru cevapladıysanız, polise gidip sizi hapsetmelerini isteyin. Bu ünlü bir Amerikan psikolojik testiymiş. Öldürebilme zihniyetine sahip kisiler buna doğru cevap verirlermiş. Seri katillerin çoğu bu teste hiç düşünmeden doğru cevabı vermişler. Doğru cevabı bulamadıysaniz, ne iyi.


ALINTIDIR

canlı tavuk pişiyo!!!

Bu hadise, Yeni Zelanda'dan Kay Martin' e ait:
Akşam yemeğine arkadaşlarını çağıran Kay yemekten önce küçük bir aperatif hazırlarken bir tavuğun acı acı bağırdığını duyar. Sesin nereden geldiğini merak eden Kay bahçeye çıkar. Bahçede bir şey göremez. Ancak ses daha yakınlardan, hatta mutfaktan gelmektedir. Giderek yükselen sesin kaynağını keşfettiği zaman tüyleri diken diken olur. Kızarması
için fırına yerleştirdiği tavuktan çığlık çığlığa sesler gelmektedir.

"O anda elim ayağım boşandı. Tavuğu canlı canlı pişiriyorum sandım. Korkudan az daha ölüyordum."

Tavuğun çığlıkları Kay'inkiler ile birleşince konuklar mutfağa üşüşür ve çığlıkların nedeni ortaya çıkar. Tavuğu fırından çıkartan konuklar, hayvan soğudukça seslerin kesildiğini fark ederler.

Yeni Zelanda'da tavuk çiftliklerinde hayvanlar bizde olduğu gibi boynu kesilerek öldürülmez. Kay'in akşam yemeği için hazırladığı tavuğun ses telleri kesilmediği için tavuğun karnında biriken buhar, hayvanın boğazından geçerken büyük bir basınçla ses tellerini harekete geçirmiştir.

Bu olaydan sonra, tahmin edebileceginiz gibi, Kay bir daha evinde tavuk pişirmez.

İnsan Beynİnİn GÜcÜ

Polonya'daki Lodz kasabasından çıkan tren, dükkanlara dondurma dağıtır. Görevlilerden ikisi, dondurmaları dükkana taşımak için dondurma
dolabının içine girer. O sırada dolabın kapağı kapanır ve içerde
kalırlar. Dolabın kapağını vururlar ama onları duyan kimse yoktur. Öleceklerini anlarlar ve sürekli kendi kendilerine "Donucaz, donucaz..." diye mırıldanırlar. İçlerinden bir tanesi kağıda "Yavaş yavaş tenimiz donmaya başladı, artık dayanamıyoruz." diye yazı yazar. En sonunda bunlar donucaz diye diye donarak ölürler. O akşam onları orada bir kasabalı bulur ve polise haber verir. Olay yerine gelen polis bunların otopsisini yaparak donarak öldüklerini kamuoyuna açıklar.

AMA DOLAP SABAHTAN BERİ ÇALIŞMIYORDUR...

!!! (Bu olay yaşanmıştır) !!!

(alıntıdır)

Eflatun....

Eflatun'a iki soru sormuşlar:

Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?
Eflatun tek tek sıralamış:
"Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler...
Yarından endişe ederken bu günü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."

Sıra gelmiş ikinci soruya;
"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış:
"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
ÖNEMLİ OLAN; HAYATTA EN ÇOK ŞEYE SAHİP
OLMAK DEĞİL, EN AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYMAKTIR
."

zemzem suyu

verilmiştir belki

1-) Avrupa`da labaratuarlarda yapilan arastirmaya gore Zemzem suyu diger
sulara gore cok daha az kukurt tasimaktadir.

2-) Yine ayni arastirmaya gore diger sulara gore cok daha besleyicidir ve
cok daha fazla mineral barindirmaktadir.

3-) Kaynagi henuz bulunamamistir. Nereden geldigi su anki teknolojiye gore
bile bilinemiyor.
Yakinlarinda hicbir kuyu yok ve denize de 80 km uzaklikta. Bu sartlarda
suyunu denizden veya baska bir kuyudan almasi
imkansiz. Nasil oluyor da yillardir suyu bitmiyor, bunu kimse bilmiyor.

4-) Açlığını gidermek için içen kişinin açlığını, susuzluğunu gidermek
için içenin susuzluğunu giderir.

5-) Sadece 1,5 metre derinligindeki ufacik bir kuyudan çikan su, hac
mevsimi boyunca milyonlarca hacinin tum su ihtiyacini karsilamaktadir ve hicbir zaman ne azalma ne de kuruma gostermemektedir.

6-) Dunya Saglik Orgutu (WHO) `nun raporlarina gore Dunya`daki en
icilebilir ve saglikli sulardan biri.

7-) Amerika`da yapilan test sonuclarina gore Dunya`da icinde
mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan TEK su zemzem suyu.

Gerİde Kalanların Gİzemİ.....

Gerİde Kalanin Gİzemİ.....

--------------------------------------------------------------------------------

Unutulmuş çağlar ve eski zamanlar arasında kurulmuş, yükselmiş ve batmış, binlerce yıl boyunca yaşam ve ölüm arasında yer değiştirip durmuş nice uygarlıklar vardır ve onlardan bize kalan öyle ayrıntılar vardır ki, inanılmazdır... İşte onlardan küçük bir demet...

1-Babil'in Pili ve Gümüş Kaplama Çömlekler

Avusturyalı Arkeolog Wilhelm Konig 1938'de bir kazı sırasında parlak sarı renkli iki bin yıllık bir çömlek bulur. Çömleğin içinde bakır levhadan yapılmış bir silindir vardır.Silindirin kenarları ise kurşun-kalay karışımıyla kaplanmıştır.

Tepesinde şapkaya benzer biçimde bakırın içine gömülmüş bir mühüre benzeyen zift ya da asfalt bir katman bulunmaktaydı. Bu katmanın içinden çıkan demir çubuk, bakır silindirin içine doğru asılı durmaktaydı. Demir çubuk paslanmıştı.

Dr. Konig'in bu garip cismin antik bir pilden başka bir şey olmadığını anlaması uzun sürmedi. Pil Bağdat Müzesi'ne kaldırıldı.

Daha başka aynı tür çömlekler de bulundu. Bulundukları yer tam olarak Güney Irak'taki Sümer kazılarıydı ve kazı alanının arkeolojik tarihi M.Ö. 2500 olarak belirlenmişti.

Bugün özellikle gümüş kaplı çömleklere baktığınızda parlak mavimsi bir renk görürsünüz. Bu renk, gümüşün elektro-kaplama yöntemiyle bakıra kaplanması halinde ortaya çıkan bir renktir.

Acaba biz pil yapmayı dört bin yıl sonra yeniden mi öğrendik (ya da hatırladık) diye sormadan edemiyor insan...

2- Dendera'daki Elektron Tüpleri

Mısır'da Dendera'da bulunan Hathor Tapınağı'nın faklı yerlerinde geleneksel dinsel-mit terimleriyle bir türlü açıklanmayan garip duvar resimleri vardır ama elektrik mühendisleri için bu resimleri hemen tanımlamak çok kolaydır.

Resimlerden birinde Mısırlı rahiplerin ellerinde boyu eninden fazla olan tüpler açıkça gözükmektedir. Rahipler ne olduğu anlaşılamayan bir uğraş içindedirler. Her tüpün içinde, tüp uzunluğunda bir yılan bulunmaktadır. Parlıyor gibi gözüken bu yılanlar sanki elektrik akımı sağlamaktadırlar.

Yine aynı sahnede sağ üst köşede bir Mısır tanrısı olan Atum-Ra oturmaktadır ve ellerinde enerji kaynağına benzer bir kutu tutmaktadır. Kutu saç örgüsüne benzer bir uzantıya veya kablo benzeri bir şeye bağlı durmaktadır.

Kablo kutudan çıkıp resmin tabanına kadar uzanmakta ve uçları tüp cismin ucuna girmektedir. Bazı resimlerde ise, insanlar tüplerin yanına oturmuş ve ellerini tüplere dayamış biçimde resmedilmişlerdir. Bu haliyle Dendera resimleri eşsizdir...

3- Ashoka Sütunu

Antik bir mühendislik harikası arıyorsak Hindistan'a, Delhi'ye gitmemiz yeterlidir. Çünkü sözü edilen sütun oradadır. İşlenmiş demir bir şaft olan sütunun boyu 23 m'dir.

Birleştirilmiş disklerden yapılmıştır. M.S. 413'te ölen Kral II.Chandra Gupta'nın mezar taşıdır. Garip olansa o yıldan beri bozulmadan duruyor olmasıdır.

Sütunun yüzeyi pirinçle kaplı izlenimi vermektedir. Hava koşullarında etkilendiğini gösteren birkaç iz yüzeyde görülebilir.

1600 yıllık bir süreç içinde Hint muson ikliminde bir demir kütlenin paslanıp çürümemesini düşünmek ancak bir hayaldir. Bu garip sütunu yapan gizemli metalürjistler kimlerdi acaba..?

4- Eski Mısır'da Havacılık

1898 yılında Mısır-Kuzey Sakkara'da mezar kazılarında garip kanatları olan bir cisim bulunmuştu. O yıllarda henüz uçak ve uçuculuk kavramı gelişmemişti.

Bunu bir kuş sembolü olduğu sonucuna varıldı. Cisim Kahire Müzesi'ne yollandı ve kataloga kayıt edildikten sonra açıklanamayan cisimlerin olduğu rafta unutulmaya terk edildi. 70 yıl sonra arkeolog Dr. Messiha Mısır Kültür Bakanlığı'nı bir araştırma yapılması için ikna etmeyi başardı. Messiha aynı zamanda model uçak meraklısıydı.

Söz konusu olan cisim, son derece hafif bir maddeden yapılmıştı ve ağırlığı sadece 14 gr. kadardı. Kanat açıklığı ise 17.78 cm'di. Ayrıca aerodinamiği mükemmeldi.

Kanatlar modern bir makette olduğu gibi özel olarak açılmış bir deliğe monte edilmişti ve arka kuyruğu tam anlamıyla modern bir uçağınkine benziyordu. Bu haliyle mükemmel bir planörü andırıyordu yalnız bu cisim tam 2000 yıllıktı.

5- Kristal Kafatası

Kuşkusuz en gizemli kristal parçası 1927 yılında F.A. Mitchell-Hedges tarafından şimdiki Belize'deki antik Maya kenti Lubaantum'da bulunan kafatasıdır. Kafatası tek parça berrak kuartzdır ve küçük bir insan kafatası büyüklüğündedir.

Ayrıntıları mükemmele yakın olan bu kafatasının normal ya da doğal kristal olduğu anlaşılmıştır. Araştırmacı Frank Dorland'a göre kafatası elmas kesici kullanılarak şekillendirilmiştir.

Mükemmel bir perdahlama ve parlatma işlemi yapılmıştır. Bir diğer ilginç saptama ise kafatasındaki su ve silikon-kristal kum izlerinin bulunmasıdır.

Bu oluşum için gereken süre yaklaşık 300 yıldır. Sonuç olarak karşımıza inanılmaz bir başarı veya bilinmeyen bir teknolojinin ortaya koyduğu bir muamma çıkıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. İnsan "yoksa gerçek tarih yazılmayan, yazılamayan tarih midir?" diye sormadan edemiyor...

alıntıdır

311 nolu odanın esrarı

311 NUMARALI ODANIN ESRARI

Güney Afrika’nın Cape Town şehrindeki bir hastanede devamlı esrarengiz ölümler oluyordu. Hemşireler haftalardır üst üste her cuma günü 311 numaralı yoğun bakım odasına yatırılan hastaları ölü bulmaktaydılar. Bu sırlı ölümlere uzun süre açıklama getirilemedi. Herkes meselenin çözülmesi için seferber olmuştu.

Uzmanlar odanın havasını bakteriyolojik bakımdan kontrol ettiler. Güney Afrika’nın önde gelen bilim adamları ölenlerin aileleriyle üç hafta boyunca görüşmeler yaptılar. Hatta işin içine polis girdi ve akla gelen her ihtimali tek tek değerlendirdi,ancak onların araştırmaları da sonuçsuz kaldı. Tabi bu arada 311 numaralı odadaki hastalar sebepsiz ölmeye devam ediyorlardı. Son çare olarak oda devamlı olarak gözetim altına alındı ve ölümlerin sebebi ortaya çıktı.

Sonuç çok trajikomikti. Cuma sabahı saat 6’da odaları temizleyen temizlikçi kadının, hastanın bağlı olduğu solunum cihazının fişini çekerek kendi elektrik süpürgesinin fişini taktığı ve işini bitirdikten sonra cihazın fişini tekrar yerine takıp gittiği görüldü.

Florance Chatvvik

VARACAĞIN YERE İNANABİLMEKTE MARİFET !!


Dünyanın en iyi yüzücülerinden Florance Chatvvik 4 Temmuz 1952'de Pasifik Okyanusu'na dalarak Kaliforniya'ya doğru yüzmeye başlar. Eğer bu denemesini başarıyla tamamlarsa bunu yapan ilk bayan yüzücü olacaktır. Ancak o gün yoğun sisten dolayı göz gözü görmüyordu, su aşırı derecede soğuktu. Bu zor deneme birçok insan tarafından televizyonlardan dakika dakika seyrediliyordu. Saatler ilerliyor, bir taraftan yorgunluk, bir taraftan soğuk... Chatvvik için dayanılmaz bir durumdu. Bu zorlu yüzüşe 15 saat dayandıktan sonra artık devam edemeyeceğini düşündü ve kendisini sudan çıkarmalarını istedi. Yakındaki teknede bulunan annesi ve antrenörü karaya yaklaştığını belirterek yüzmeye devam etmesini söylediler. Ama Chatvvik başım kaldırıp Kaliforniya sahillerine baktığında tek görebildiği, yoğun bir sis tabakasıydı. Annesi ve antrenörünün "yakın" dedikleri yer gözükmüyordu bile.' Herhalde kendisini cesaretlendirmek için böyle konuştuklarını düşündü. Daha fazla dayanamayacağını belirterek sudan çıktı. Dinlenip kendisine geldikten sonra gazetecilerin "Kıyıya çok az bir mesafe kalmıştı, niçin biraz daha dayanmadınız?" sorusuna "Bakın, mazeret bulmak için söylemiyorum ama karayı görebilseydim başarabilirdim!" cevabını verdi. Su yüzeyine çıkmak için yüzdüğü mesafenin karaya varmak için yüzmesi gerektiği mesafeden pek de az olmadığını farkettiğinde geç olmuştu. Chatvvik'in pes etmesi ne yorgunluktan ne de soğuktandı. Sis yüzünden karayı göremediği için hedefine ulaşamayacağım düşündü ve yüzmekten vazgeçti. Kendisi iki ay sonra aynı mesafeyi yüzerek geçmiş ve rekor kırmıştır. Evet, gerçekçi bir bakış açısıyla, akıl mantık çerçevesinde, imkânlarımız ölçüsünde seçtiğimiz hiçbir hedef ulaşılmaz değildir. Yeter ki biz varacağımıza inanalım.

Elmadan Yaratılan Harikalar

Adamlar sanatta sınırtanımıyorlar elmalarada acıdım yaaa







Kazıklı Voyvoda[DRACULA] +20 bin kurban

---------------------------------------------------------------------------

Tarihte eşi görülmemiş bir zalim olan Drakula, kazığa oturttuğu insanlar can çekişirken, karşılarına geçip içmekten zevk alıyordu

Fatih Sultan Mehmet Karadeniz kıyılarını hâkimiyet altına alırken, Rumeli'de tariher "Kazıklı Voyvoda" adıyla geçecek olan Vlad, Eflâk halkına kan kusturuyor, görülmemiş, duyulmamış işkenceler yapıyordu. Bu sapık zalimin, bu vahşi canavarın yaptıkları, masallardaki canavarların yaptıklarını bile gölgede bırakır nitelikteydi.

Bugünkü Romanya'nın bir kısmını içine alan Eflâk, Çelebi Mehmet zamanında vergiye bağlanmış ama tam olarak hakimiyet altına alınamamıştı. O zamaki voyvodanın oğulları olan Vlad ve Radul, İstanbul'da rehine olarak kalmışlardı. Fatih İstanbul'u aldıktan üç yıl sonra, kardeşlerden Vlad'ı Eflâk'a voyvoda olarak göndermişti. Fatih'in bu yardımına, yani onu voyvodalığa getirmesine karşılık olarak yıllık vergisini ödeyecek, ayrıca her yıl asker olabilecek veya çeşitli hizmetlerde kullanılmak üzere yetiştirilecek 500 genci İstanbul'a götürecekti.

Vlad bu taahhüdleri yerine getirmediği gibi, yerli halka, Türk esirlere ve başka yabancılara akla sığmayan işkenceler yapmaya başlamıştı. Bu sapık voyvodanın en büyük zevki, insanları sivri kazıklara oturtarak öldürmek, sonra karşılarına geçerek yeyip içmekti. Bu yüzden ona halk, 'Şeytan' anlamına gelen 'Drakul', Macarlar cellad anlamına gelen 'Çepel', Türkler ise 'Kazıklı Voyvoda' adını takmışlardı. A.de Lamartine onun yaptıklarını şöyle anlatıyor.

"Drakul, önce eski voyvodaya bağlı 20 bin Ulah'ı idam ettirdi. Akınlar yaparak esir ettiği sivil Türkler'i diri diri kazığa oturtuyor, onların can çekişmelerini seyrederek eğleniyor, yiyor, içiyordu. Bazen esirlerin derilerini yüzdürüyor, üzerlerine tuz ektiriyor ve daha fazla acı çekmeleri için keçilere yalatıyordu. Bir defasında ülkesindeki bütün dilencileri ziyafet bahanesiyle büyük bir binada toplamış, onları iyice sarhoş ettikten sonra binanın kapı ve pencerelerini kapatarak ateşe vermiş, haşarat gibi dumandan boğulmalarını sağlamıştı."

"Drakul akıl almaz işkencelerini herkese, her zaman yapıyordu. Bir gün gezgin rahiplerden birini eşeğe ile beraber kazığa oturttu. Metreslerinden birnin karnını yararak çocuğu olup olmadığına baktı. Bir başka gün, Eflâk'a dil öğrenmeye gelen 400 Macar öğrenciyi, panayırlara katılmak için gelen 600 Alman tüccarı ve 500 Eflâk asilzadesini kazığa oturttu, yaktırdı ve duyulmadık işkencelerle öldürttü..."

Bu kadar da değil, bilinen canavarlardan çok daha canavar, çok daha vahşi olan bu cellad, bu drakul, işkence makineleri de icad etmişti. İnsan doğrama makinesinde insanları doğratıyor, çömleklere doldurup pişiriyordu. Bir gün, bir kadını diri diri ateşte kızartmış, etini de çocuklarına zorla yedirmişti!..

Elçilerin kavuklarını başlarına çakıyor

Fatih, böyle korkunç bir zalimi cezasız bırakamazdı. Cezasını vermek için, ama bu maksadını gizleyerek onu İstanbul'a çağırdı. Voyvoda, o günlerde ülkesini bırakamayacağını, ancak bir muhafız birliği ve kumandanı kaleyi beklerse İstanbul'a gelebileceğni söyledi.

Bunun üzerine Vidin Muhafızı Hamza Paşa az bir kuvvetle Eflâk'a gönderildi. Hamza Paşa Kazıklı Voyvoda'yı alaşağı edecek, İstanbul'da bulunan kardeşi de voyvoda olacaktı. Ancak Drakul bunu anlamıştı. Bir gece baskını yaparak Hamza Paşa ve adamlarını yakaladı. Ellerini ayaklarını kestirdikten sonra hepsini kazığa oturttu.

Drakul bunula yetinmedi, Türk toprağı haline gelmiş Bulgaristan'a akınlar düzenleyerek 25 bin kişiyi esir almıştı.

Fatih durumu öğrenmeleri için voyvodaya bir elçiler heyeti daha gönderdi. Bu elçiler voyvodanın huzuruna geldikleri zaman Türk geleneklerine göre kavuklarını çıkarmadılar. Buna çok kızan voyvoda, üçer iri çiviyle elçilerin kavuklarını başlarına çaktırdı!

Fatih Sultan Mehmed ordusunun başına gçeerek Eflâk seferini başlattı. Veziriâzam Mahmud Paşa da 175 teknelik donanma ile Eflâk kıyılarına hareket etti.

Ceset Ormanı

Kazıklı Voyvoda Fatih'in ordusu ile savaşa cesaret edemezdi. Ormanlara, dağlara çekilerek çete savaşları yapmaya başladı. Bunun üzerine Fatih akıncıları (komandoları) Eflâk içlerine yaydı. Ünlü akıncı beyleri her tarafta voyvodanın askerlerini arıyor, bulup yok ediyor, teslim olanlar esir alıyordu. Binek ve taşıt için kullanılan hayvanlar da toplanarak voyvodanın savaş gücü iyice kırıldı. Fakat voyvoda bir türlü bulunamıyordu.

Fatih, Eflâk voyvodasını kovalayıp başkentine doğru ilerlerken, Türk, Bulgar ve Eflâklılar'dan oluşan 20 bin kadar cesetle, bir ceset ormanıyla karşılaştı. Henüz tanınır halde olan Hamza Paşa'yı kazığa geçmiş halde görmüş, dehşet içinde kalmıştı.

Drakul, Eflâk'ın karış karış arandığını görünce Macaristan'a kaçtı. Macarlar onun yaptıklarını biliyorlardı. İdam etmediler ama zindana attılar.

Fatih, Vlad'ın yerine kardeşi Radul'u voyvoda yaptı. Ağabeinin zulmü ile memleketi ne hale getirdiğini görmüş, ona göre hareket etmesi gerektiğini iyi anlamıştı.

Drakul (Kazıklı Voyvoda) bir süre sonra zindandan kaçmayı başardı ve bir avuç celladı ile tekrar Eflâk'a geldi Korkakları etkileyerek ve şiddet hareketlerine başvurarak prensliği kısa bir süre ele geçirdi. Ama o kadar kötü bir insan, o kadar vahşi idi ki en yakınları bile ondan nefret ediyordu. Nitekim, kölelerinden biri bir fırsatını bulup kafasını kesti ve Türkler'e gönderdi. Kazıklı Voyvoda'nın kesik başı Eflâk şehirlerinde dolaştırılarak, Türkler'in ülkeye tam anlamıyla hâkim oldukları anlatılmış oldu.

Eflâk artık bir Türk vilayeti olmuştu (1462)

Kazıklı eşi görülmemiş bir zalim olan Eflâk voyvodası Vlad'a Eflâk halkı 'Şeytan' anlamında Drakul, Macar halkı 'cellad' anlamında 'Çepel', Türkler ise 'Kazıklı Voyvoda' adını takmışlardı.)

ben bunu 1-2 hafta önce radyoda dinlemiştim bi yerde buldum sizinle paylaşmak istedim

Kabirden Mektup 1-2

---------------------------------------------------------------------------

Canim Annecigim
Hani basucumda toplanmis, telas icinde feryadu figan ile gozyasi dokuyordunuzya iste o anda dunyada iken hic gormedigim, tanimadigim varliklar geldi yanima. Meger onlar Meleklermis. Azrail ve diger gorevli melekler... o esnada bir sey daha oldu. Bana Ahirette ebedi kalacagim yer gosterildi.

Ceza yeriymis orasi. Her seyi anladim. Ihmalimi de hatalarimi da. Ve cok korktum anne. Bir urperti sardi bedenimi. Oyle bir sIkIntiya girdim ki sizleri de taniyamaz oldum. Azraile baktikca korkumun siddeti artti. Cok heybetliydi. Pisman olmustum dunyadaki gafletime. O sirada Allahu Teala dan salih ameller isleyebilmek icin olumu geciktirmesini ve beni tekrar geri dunaya gondermesini istedim. Ama vakit cok gecti. Istedigim kabul olunmadi. Tabi bunlardan sizin haberiniz olmadi. Nasil aci cektigimi hissedemediniz. Oyle ya ne bilecektiniz. Benim gibi Azraili butun dehsetiyle gormediniz ki. Hani dunyada iken Sekerati Mevt diyorlardiya ne kadar zormus. O anki aciyi anlatmak mumkun degil. O gun gelipte Azraille karsilasanlar bilir ancak. Yani tadinca bilir ana tadinca bilir.
Gercekten Peygamberimiz (sav) in "Allahim sekerati mevtte olum zahmeti ve bayginligimda bana yardim et." diye dua ettigini soylerdi hocalar da sanki kulagimin birinden girer nefsime hic etki yapmadan digerinden cikardi. Ne kadar dogru imis. Yani anlayacagin anacigim o olum ani kasabin elinde derisi soyulan koyunun dustugu an gibi bir hal. Izdirap dolu bir an. Cok ama cok zor. Ve cok korkutucu. Bu korkunc manzara karsisinda biliyor musun ruhum bedenimden cikmak istemedi ana, parcalara ayrildi kacisip duruyordu bedenimde. Ruhum cikmamakta direndikce melekler de bana azap ettiler. Iste boylece daha ruhum cikmadan kabir azabi baslamisti. Nihayet ruhum bedenimi terk etti de bende bu azaptan kurtuldum. Hep dusundum durdum anne. Acaba bu kadar cezayi hak edecek ne yaptim? Fakat sonradan anladim bu cezanin sebebini. Meger bunlar dunyada isledigim kotu amellerin sonucuymus. Azrailin yaninda iki melek daha vardi biri rahmet diyeride azap melegiymis. Olen iyi kimse ise azrail aldigi ruhu rahmet melegine kotu kimse ise azap melegine verirmis. Allahin emri boyle imis. Bir yigin azaptan sonra azrail ruhumu aldi.... ve.... azap melegine teslim etti. O zaman daha once gosterilen ahiretteki yerimin ne kadar kotu oldugunu daha iyi anladim. Zaten ruhum alinacagi sirada bir kus gibi gogsumun en ust tarafina, koprucuk kemigime firlamisti. O zaman meleklerin konusmalarinda her sey belli olmustu. Cunku, "bunu kim tedavi edecek?" diye birbirini soruyorlardi. O ani ve sIkIntilarini anlatmak imkansiz anacigim. Ayaklarim birbirine dolasti melekleri gorunce. Belki sizde fark ettiniz ayaklarimdan kanin cekildigini ve bembeyaz buz gibi oldugunu. Iste boyle anne.

Benim dunyadan getirdigim kotu amellerim dolayisiyla melekler ruhumu bedenimden zorla almak durumunda kalmislardi. Bunlar naziat melekleri imis. Eger amellerim iyi olsaydi, yani salih amel sahibi olsaydim o zaman neseli ve kolaylastirici Nasitat melekleri ruhumu alacakmis. Ve bana Allahin selamini sunup selam sana ey Allahin Veli kulu, muhakkak ki Allahu Teala sana selam gonderiyor diyecekmis. Nerdeee! Gafletimin acisini cektim iste boylece anne. Ve sayet Azrail geldiginde abdestli olsaydim birileride yanimda Kuran okusaydi ve salih amellerimde cok olsaydi, o kadar aciyi cekmeyecektim biliyor musun. Olumum daha kolay olacakti. Yahut orada bulunanlardan Allahin sevdigi bir dostun benim icin azraile "Ey Azrail, arkadasima aci. Ona yumusak davran cunku o muminlerdendir " dese ve boylece dua etseydi yine o kadar aci cekmeyecektim biliyor musun. Dogrusu Azrail gelirken zaten heybetinden korkmustum. Zira daha ruhumu almadan onu korkunc sekliyle gordum. Keske gozlerim kor olsaydi da onun korkutucu seklini gormeseydim. Ama oyle degil. Gozlerim korde olsa yine de onu gorurmusum. Dunyada iken kor olup olmamak fark etmezmis herkes olum aninda ruhu daha cikmadan onu mutlaka gorurmus. Bilmem ki canim annecigim. Benim olum aninda bogazimin sIkIlarak hiriltilar cikardigini, yuzumun renginin degisip siyaha yakin bir hal aldigini, ve agzimin kopurdugunu gorebildinmi? Zannetmiyorum. O kadar cok feryadu figan icindeydin ve o kadar gozyasi dokuyordun ki bunlari fark etmen mumkun olamazdi o anda... "

alıntıdır